Perşembe, Şubat 04, 2021

GECİKMİŞ BAHAR ( TÜRKÇE VERSİYON )


GECİKMİŞ BAHAR  ________TÜRKCE 
GERÇEK YAŞAM ÖYKÜSÜ (roman) 
PROLOQ

   Onunla Facebook gruplarından birinde tanıştım.Paylaştığım her statü beğeniyor ve duygularını her düşüncede smayklarla ifade ediyordu.Şahsi tanışıklığımız yoktu, birbirimizi tanımıyorduk. Onu hiç görmemişim, ben Türkiye'de o ise Hollanda'da yaşıyordu. Güzel halkımın sosyetik  ve kibar bayanlarından  biridir. Allah biliyor, başı belalı  ülkemin, yaralı bir kulu olarak onu hangi rüzgar yurtdışına atmıştır.Yoksa hangi insan memleketini bırakıp ta qurbetı seçer?Bu kadın benim yaratıcılığımla çok yakından ilgileniyordu. Yorumlarda aktif olma'masına rağmen, yorum ifadeleri yüzde yüz aktifti. Bezen gülüyor, bezen ağlıyor, duygusallık  yaşıyor, bezende düşünüyordu ...
    Aylar önce başladığım romanın takipçisiydi. Yorum yapmasa da duygularını sımayk ile Romana ifade ediyordu.Bu kadının kapalı,dilsiz,sağır,kör olduğunu sanıyordum.Ona birkaç kez özel olarak yazmak istesem de sonradan fikrimi değiştirdim.Bayanı rahatsız etmek istemedim.Böyle ciddi bir bayanın rahatsız edilmemesi gerektiğini düşündüm.Diyelim'ki onu selâmladım.O da beni selamladı.Sonra?Kafamda onunla bir diyalog kurmaya başladım.Nereden başlayacağımı ve nerede biteceğimi bilmiyordum.Bu bayanla nasıl iletişim kuracağımı ve ne diyeceğimi düşünürken aklıma bir fikir geldi.
   Ve...Facebook grubunda paylaştığım romanın bir sonraki bölümünde bu bayanın okumasını engelledim.Evet,bu akıllıca bir fikirdi. Yazdıklarımla ilgileniyorsa, genel olarak bu kadın benim işimle ilgileniyorsa bu sorunu çözmeye çalışacaktır.
    Ve nihayet ... Beklediğim gün geldi.Bir sabah aynı bayandan bir mesaj aldım.İnan bana,yataktan fırladım ve gözlerimi ovuşturdum.Yumruklarımı sıktım, kaldırdım ve "evet" diye bağırdım. Yanımda eşim suratını ekşiterek  etrafına baktı:
   -  Ne oldu ?
   -  Bışey yok  !!!
   Telefonu kaldırıp salona girdim ve Bahar Hanım ile aramızda böyle bir diyalog başladı.
  - Merhaba Hanım efendi,el sallamışsınız.
  - Evet .
     Uzun zaman geçtı.Tabii ki,bayan ne diyeceğini,nereden başlayacağını bilmiyordu.Ve sonunda mesaj tekrar geldi.
  - Ben senin daimi okuyucunum 
  - Biliyorum ...
  - İlginç yazıyorsunuz.
  - Öyle'mi?
  - İnan bana, her bölümü dört gözle bekliyorum. Okumayı çok severim.
   - Sevindim teşekkür ederim. Ama seni son iki bölümde görmedim, yanlış yapmıyorum  değil'mi?-Kendimden memnun olarak yazdım.Planımı uygulamaya başladım.

- Biliyormusunuz Feride Hanım, aslında ben  bunun için size yazmıştım.Uzun süredir evde yoktum. Ben Türkiye'ye geldim.Bir de misafirlık falan... gelen, giden... Telefonum Türkiye'de  çekmedı. Bilgisayarda  da bir sorun oluştu Tek kelimeyle internete erişemiyorum.
   - Eee? - demek, boşuna sevınmıştım. Onu boş<  boşuna paylaşımlarıma bloke etmişim . Engellemeseydım bile , bu bayanın  benı okuma şansı yokmuş .
- Yani,  dıyorum kı, Feride Hanim mümkünse   ben sıze  numaramı veriyim. Sız  bana WhatsApp'tan yeni bölümleri atın. Ben kıtapınızı  Hollanda'yaya dönene kadar WhatsApp'tan  okuyum . Lütfen .
   Bılerekten konuyu uzatmak ıstedım:
    - Ama... Benım o kadar zamanım yok ki... Bunu hem bir grupta, hem özel  bir mesajla  paylaşamam, kusura bakmayın 
  -  Üzgünüm . Aynı zamanda rıca edıyorum, lütfen . Beni  sevdıyım şu kitaptan mahrum etmeyın, nolursunuz. İnanın bana, hayatım bu kitaptakı kahramanla neredeyse aynı. Ancak diğer varyantlarda. İnanın bana, o bayanın duyguları bana yabancı değil. Sonunda ne olacağını merak ediyorum ...
  - O zaman böyle yapalım! - Şeytan, bu gizemli kadının sırrını öğrenmemi emrediyordu
   - Nasıl?
   - Sen Türkiyede misin?
   - Evet
   - Hollanda'ya ne zaman döneceksın ?
   - 15 gün güne dönerım her halde
   - Öyleyse gel buluşalım, tanışalım. Ne dersin? 
   - Sız nerede yaşıyorsunuz ?
   - Ankara'da.
   - Aaa ben de şu an Ankara'dayım, yaşasın!!! 
   - Çok iyi .  Demek şans bızden yana, sevındım. 
  - Ben de... 
  - O zaman böyle yapalım. Ankara'da oturan Azerbaycanlı bayanlarla bir buluşma mi ayarlayalı mı, yoksa, yalnız mı görüşelim?
  - Açıkçası, Ferıdanım, Azerbaycanlıları çok özledim. İnanın bana, kemiklerim yurtdışında sızlıyor. Vatan'de geçirdiğim her şey gözümün önünde. Oraları o kadar çok  özlüyorum ki, memleketım  için, tatlı lehçemiz için, adetlerimiz ve bayramlarımız için ağlamadığım bir gün bile yok.
  - Tatlım, biz de burda öyleyız . Napalım, qürbet işte... Fakat qurbet herkesi burada  daha yakın edıyor, yaklaştırıyor. 

    Bekledığimiz gün geldi. Gruptaki gurbetçi kızlarla ilk görüşmemiz gerçekleşti. İlk kez gördüğüm kızlarla tanıştım. Hepımız çok mutluyduk. 
   Baharla neredeyse aynı yaştaydık. Aynı yaş ve aynı fikirler bizi birleştiriyordu. Yan yana oturup dertleştık , kızlarla sohbet ettik, eğlendık, bol bol fotoroflar çekıb dedık güldük. 
   Çok güzel bir bayandı. Siyah kaşları olmasına rağmen teni beyazdı. Uzun boylu, dolgun bedeni  şıklığını yitirmesine rağmen, yüzü ve gözleri bu kadının gençliğinin çok güzel olduğunu gösteriyordu. Ağır başlı ve neşeli olmasına rağmen kahkahasında bir korkaklık  ve çegıngenlık vardı. Yüzündeki sahte gülümsemenin ardındaki derin üzüntüyü, gözlerinin derinliğindeki korkuyu açıkça hissedebiliyordum. Onu anladığımı anlıyordu ve gözlerini benden hiç ayırmıyordu. Sanki gözleriyle benden bir şey istiyor gibiydi, sanki gözlerinin istediğini söyleme konusunda isteksizmiş gibiydi. Bu kadın yılların acısını çekmişti. Hayatın sert rüzgarının istemeden ona çarptığı ve onu yurt dışına gönderdiği açıktır.  Gurbet elde kendıne bır arkadaş bulamayınca, kafasını sosıal şebekelerde zaman geçırerek dağıtmak ıstemıştır. Ben bunları onun gözlerıne  bakınca hısedebılıyordum. 
     Tanıştığımız kadınlardan uzak durduğunu fark ettim. Evet Bahar benimle konuşmak için fırsat arıyordu. 
  "Yaa... neden ben bunu daha önceden anlamadım ki? Yazıklar olsun yaa, yazıklar olsun. Meğer bız buraya  konuşmak, dertleşmek ıçın gelmedikmi? Sen  şu gizemlı kadını çözmek istemedınmi? Şimdi, bu kalabalıkta o benımle nasıl konuşabılır, içini nasıl boşaltabilir? Hemen bir bahane bulmam lazım, hemen, şimdı... Bu fırsatı kaçırmamam lazım . Böyle bir şansı bi daha  yakalaya bilecem mı?" - Diye düşündüm. 
  Sonunda ağır koltuğumdan kalktım ve Bahara baktım. 
   - Ben lavovaya gidiyorum, benimle gelir misin?
  - Evet, tabii ki...
  El ele, kol kola, ordan uzaklaştık. Tuvalet  bahaneydi. Amaç, ikimizin rahat edebileceği bir yere gitmekti. Alışveriş merkezinin balkonuna geçtik. Balkon camına yaklaştım ve şehri oradan izledim.
    Bahar teredüdlü idi. Belli ki, bi şeyler söyleyecek, amma çekiniyordu. Onu ürkütmemek için konuşmuyordum , bekliyordum. Avımın kurduğum tuzağa  kendi ayaklarıyla  gelmesini  istiyordum .
   - Seninle tanıştığıma sevindim, tanıştığıma memnun oldum, Ferıde Hanım, 
   - Ölemi? Ben de memun oldum. İnan ki çok mutluyum. 
   - Bende Ferıde hanım... 
   - Aramızda sanırım, çok fazla yaş farkı yok. Benden bir iki yaş büyük olacaksın,. Belkı de beş yıl  fazla .
-Aşağı yukarı, öyleyiz
  - Bak ne güzel, tanıştık,  buluştuk. Bir yerlerde çay ve kahve içtik. Örneğin Türklerde bir fincan kahvenin kırk yıllık bir hatırası vardı derler ya? Değil mi?
  Söylediklerimi kafasıyla doğruladı.
  - O zaman  resmiyyeti aradan kaldıralım .
   - Nasıl yani ?
   -  Yani daha samimi olalım, olurmu? Nasıl anlatsam  "siz"-siz, "biz"-siz konuşalım.
   Korkmuş gözler gülümsedi, kollarını açıldı ve bana sarıldı.
    - Ahh, canım benim, iyiki varsın . Sen sandığımdan da iyi kalplı, samimi birisin Feride Hanım. İnan bana, gruptayken senin  en samimi kişilerden biri olduğunu anlamıştım. Ve şimdi de buna şahit oldum.  Nasıl anlatsam, vallahi de billahi de , seni  krndime en yakın biri biliyorum, samimi söylüyorum . Seni çok seviyorum... 
   - Ne demek, tatlım? Beni utandırmayın, lütfen. Sen de öylesindir .  İnanıyorum tüm okucularım öyledir. Siz olmadan bu hikayelerim asla gerçekleşmezdi, okunmazdı ve okuyucularımın desteği olmadan  ben hiçbir şey yazamam. Okurlarım samimi değilse ben de samimi olamazdım . Ben de seni seviyorum . Her neyse, grup yerinde, keçelim esas  meseleye. Buraya grup hakkında konuşmaya gelmedik her halde?! Endişelerimizi gidermek için buluştuk, dertleşelim, içimizi boşaltalım değilmi? 
   - Tanrım, sen insanların kalbini okuyorsun.
    - Yazarım , unuttun qaliba. Sonuçta yazarlar bir tür psikologdur, unutma. Yazar  kahramanını anlamazsa onun  duygularını ve heyecanını nasıl  yazacak?
   - Allahım , haklısın.
   - Burada mı  konuşalım, başka bir yerde mi?
   - Zamanın varmı?
   - Tabii o kızlarla tanışmanın bahane olduğunu unutma. Asıl maksat seni daha yakından  tanımak istedim.  Tam samimiyyetimle söyleyeceğim. Manitorun  arkasında hep gizemli bir hazine gibi dikkatimi çektin.
   - Hazine aa - diye güldü.
   - Evet, hazine. Neden hazine dediğimi biliyor musun? Çünkü yanıtlardakı  suratlardan sizi  çözmeye çalıştım. Bu sessiz işaretlerin arkasında bir hazine yattığını biliyorum.
   - Yok  ya ne hazine be! 
    - Evet sen bir hazinesin. Hem de gizemli hazine  ve bu hazınenı çözdükçe, bu hazıne ortaya çıktıkça, çok güzel  bir hayat hikayesi yazacağım 
  - Görüyorum ki bu kez ilham perilerin   bana vurulmuş.
  - Aynen öyle canım... Sen de beni anlıyorsun, teşekkür ederim. Sana bir şey söyleyeyim mi? 
   -Söyle canım !
  - Yüzün gülse bile gözlerindeki korkuyu, yüzündeki maskenin altındakileri daha iyi görebiliyorum . Seni korkutan nedir?
     - Geçmişim.
     - Biliyorum.
     - Nereden ?
     - Gözlerinden.
      - ... - sustu
      - Çünkü dil yalan söylese ve yüz ifadesi gizlenmiş olsa bile gözleri değiştirmek imkansızdır. Diliniz konuşmasa bile, gözleriniz her şeyi konuşuyor. 
   - Mesela ne diyor?
    - Mesela diyor bu Bahar var ya... 
   - Bahar mı?" İsmimi nerden biliyorsun Facebook hatamda  kendi ismim gösterilmiyor, sahte  bir isim yazmıştım. Beni nerden tanıyorsun? 
   - Görüyorsun. Tahminlerim beni yanıltmadı. Bu sefer sen benim romanımın  Bahar adında kahramanı olacaksın. O  Bahar dünyaya gelmeden önce neler olmuş anlatacak, sonra, çocukluğunu... Korku içinde neler yaşadığını söyleyecek... bu dünyada babasındanmı korkmuş Bahar , yoksa genel olarak karşı cinsten mi, ?
   - Sen de kehanet uyguladın mı? - O güldü.
   - Herden bana bişeyler oluyor - gülerek ona cevap verdim - karşımdakı insanlar neler yaşamış göre biliyorum, hissediyorum. 
  Güzel bahar havasında kara bulutların arkasında kaybolmak üzere olan güneşe kendimden memnun olarak baktım. Bulutların ve yerde parlayan güneş ışınlarının arasından gözlerimi çekmeden devam ettim. 
  - Gözlerinde güneşsiz bir bahar gördüm, ben, Geçikmiş bahar gibisin sen . Başının üzerinde bulutlar, sis gördüm, Bahar. İkinci baharını yaşıyorsun, ama, yine de kaderin bahara  güzellik bırakmak istemiyor. Başının üzeri kar, boran, fırtına dolu... Sen, sen varlığını güneş gibi göstermek istiyorsun kadere.  Kadere meydan okuyorsun. Kışla yaz gibi, savaşıyorsun.  Anavatanından uzaklardasın , ama , hayallerini orada  bıraktın. Tıpkı güneşin yeryüzünde sevdiği canlıları canlandırmak için ışınlarını yeryüzüne fırlatması gibi, uzakta olsan bile elin orada sevdiklerinin üzerindedir senin. 
   Bu sırada bulutlar  gürladı . Yıldırım düştü. Önce bir damla, sonra  sağanak yağmur yağmaya başladı. Yağmur damlalarına bakarak hala da devam ediyordum. 
    - Aynı şu bulutlar gibisin, sen . Şu bulutlar gibi dolumuşsun. Boşanmak için bir yer arıyorsunuz. Bu bulutlar gibi, içinde olanı dökmek için bir fırsat bekliyorsunuz. Bu saatte fırtınanın şiddetlendiği bir konumdasınız. Çok yakında bu fırtına kendini gösterecek.
  Hala konuşmaya devam ediyorum. Hayellerim doğanın güzelliğiyle çakışmıştı
   Yağmurun başlamasıyla balkondaki insanlar içeri girdi. İkimiz de şehre bakıyorduk. Ara sıra esinti yüzümüze yağsa da, konuşmamızı asla rahatsız etmedi. Doğanın bu büyüleyici güzelliği için gördüğüm rüyanın onu da büyülediğini hissediyordum ve gözlerimi bulutlardan çekmeden konuşuyordum
   - Bu arada  sen de bu bulut gibi doluyorsun Baharcım .  Kendini tutup ağlamak istemesen bile bir süre sonra patlıyorsun. Gökyüzü gibi çıngırdarsın, titriyorsun. İsyankarsın. Görüyorsun, insanlar bulutların ve yağmurun çökmesi nedeniyle içeri girdi. Bu senin hayatın. Dolup biriyle dertleşmek isterken, herkes senden kaçar, senden korkar, senin onları acıya boğacağınızdan korkarlar. Yani yalnız kalıyorsun. Sarılacak birini arıyorsun
   Durakladım ve sağ tarafımda bir hıçkırık sesi duydum. İçimden onu sakinleştirmek geldi. Yapmadım, yapamadım. Bırak ağlasın içini  döksün istedim. Belki ilk defa ağlamaktan korktuğu gözlerindeki yaşları burada yağmura karıştırarak dökecekti. Belke, kalbindeki sıkıntıyı paylaşacaktı benimle. Belki  de yıllarla  kalbinde taşıdığı geçmişi  bölüşecekdi benimle. Burda onu   desteklemek için söylediyim kelmeleri kullanarak  içindekileri bu sele  suya atar. Bilmiyorum ama hala konuşuyorum.
  - Hayat böyledir canım! Herkesin bir sorunu olmasın diye yağmurdan kaçtı. Burada kim kaldı? Biz kaldık. Korkma, biz ikimizik burda. Sen ve ben, Acısını paylaşmak isteyen  sen ve dinlemeye hazır olan ben... Bana sarıla bilirsin, kouşa bilirsin, benden cekinme, konuş. Bu bulutlar gibi boşalmanı istiyorum .  Mutlu olmanı istiyorum. Yüzün yağmur sonrası güneş gibi gülümsesin istiyorum. Hayatına gökkuşağı gibi renk kat,  bırak hayatın renglendin. At bu siyah beyazı hayatından. Hayat güzel. 
   Kızarmış  gözlerdeki korku kaybolmuştu. Beyaz yanaklarından damlayan  gözyaşları dudaklarını ıslattı. Bir anda ona uzanmış kollarımın arasında  bir çocuk mesumiyyeti , aynı zamanda sevgilisine kavuşarken çılğına dönmüş genç çılğınlığı gördüm . Baharın başını göksüme sıkıp ben de ağlıyordum. Neden ağladığımı bilmiyordum ama yıllarca biriken bir selin önünde durduğumu hisediyordum . Yakında bu sel beni vuracağını biliyordum . Beni kendi dünyasına götüreceyini  de biliyordum. 

BÖLÜM  1

    Şehirde bir canlanma yaşanıyordu Nevruz'un gelişi şehirin  kış buzlarını  çözüyordu. Tebriz sokaklarındakı evlerin alçak taş çitlerinin üzerine yıkanıp gerilen rengarenk halılar şehre ayrı bir güzellik katıyordu. Sanki yaz boyunca bahçelerinde halı dokuyan hanımlar, Novruz bahanesiyle halılarını çitlere koyarak bir halı sergisi açmış gibiydiler. Hava karardığında halılar içeriye toplanır ve sabahın erken saatlerinde yine çitlerin üzerine diziliyorlardı. Bu süreç bayram  sabahına kadar devam ederdi. Kadınlar yorgan ve döşekleri temiz, taze sergilerin üzerine  koyup güneşlendirirlerdi, evin odalarını güzelce  temizlerlerdiler. Erkekler evin zeminine  çamurdan yapılmış sıva çeker, kırecle evin çökmüş ve çatlak kısımlarını  yapar evin içini ve dışını boyarlardı . Kızlar annelerine, erkekler babalarına yardım ederdi. Yandan bakınca tembel adam bıle böyle bir atmosferde çalışmak ve topluluğa katılmak istıyordu. 
   Sahip Ali, Tebriz'in tanınmış tüccarlarından biridir. Camaat içerisinde zekası, haysiyetı ve marhameti  ile konuşulan bir adamdı.  Dört, beş devesi, iki - üç atı, bır kaç tane eşek ve katırı ve bir kaç işçısı vardı. Hoy vile  Derbent arasında uzanmış Kervan güzergahlarında  görülen  on ticaret kervanlarından biri de Sahip Alinın  kervanı idi. İşçıleri ile beraber Erdebil , Tebrizden ipek kumaşlar, halılar, bakır kaplar, altın eşyalar alıp Kuzey Azerbaycan'a, Derbent'e götürür, orda pazarlarda satar, dönüşte ise  Güney Azerbaycanda bulunmayan malzemeler-gaz yağı, mum, petrol, şeker alıp döner, kendi dükanında satardı. Sahip Ali evde çok az az bulunurdu. İşi seyahat  üzerinde kurulduğundan onu şehirde görmek mümkün değıldı. Sahib Alı 'ye ulaşmak isteyen ancak ve ancak ona tatıl günlerinde veya kış aylarında ulaşa biliyordu . Küçük erkek kardeşı Cimişit'ti Tebrizdekı dükanın başına koymuş, dükanın işlerini Cimişi' te hevale etmişti. 14 yaşındaki oğlu İbrahim de Çimışıte yardımçıydı. 
  İbrahim iyi huylu bir çocuktu. Güzel konuşması ve zekası sayesinde her kes onu severdi. Onu şımdıden babasının devamcısı gibi biliyordular.  O da babası gıbı zeka tüpü, marhametlıydı. O zaman ergenlik yaşı sayılan 9 10 yaşlı kızlar anneleriyle birlikte kumaş ve halı almak behanesiyle dükana gelir kendilerini Cimişıt ve İbrahime gösteriyorlardı. Genc kızların sevimlisiydi ibrahim ile amcası. İbrahim'e mahallede  her kes  Ibiş derdi. çünkü çocukluğundan beri İbrahim'i "Ibiş " diye  çağırıyorlardı 
   İran ile kuzey Azerbaycan arasında yaşanan sorunlar sınır muhafızları için de etkisiz geçmedi. Sınırların kapanma ihtimali  yüksek idi. İbrahim'in doğumundan sonra, Sahip Alı ailesinden ayrı kalmışdı. Buna sebeb kaçak malcılık sucuyla  altı yıl  haps cezası çekmesi oldu. Cezası kuzey Azerbaycanda olduğu için, ailesiyle iletişimi tamamen kesilmişdi. Herkes korku içindeydi. Sınırlar kapanırsa o zaman aile param parça olacaktı. Sahip Ali bir daha ailesine kavuşmayacaktı. 
   Nihayyet şans ailenin yüzüne güldü. Son mahkemeden sonra Sahip Ali tutuksuz yargılandı ve serbest bırakıldı. Altı aylık  ayrılıktan sonra, Sahip Alı memleketine geri döndü.  Ve bir daha da Kuzey Azerbaycana gitmedi.  Bir kaç sene sonra hanımı  Esmer ona bir klz ve bir oğlan ikiz çoçuk doğurdu. Çok mutlu ve hüzurlu evlilikleri vardı. 
    Mutlu yuvanın üzerini kara bulutlar erken alırmış derler ya . Sahip Alının de  yuvasının üzerini amansız fırtına bekliyordu...

   Esmer Tebriz'den çok uzak köylerin birinde dünyaya gelmışti. Kahve renkli saçlı, esmer tenli, balık  bedenlı sevimli bir kızdı. Esmer benizli tatli bi kız olduğu için  büyük dedesi bu kızcığazın ismini Esmer koydu. Hale kücükken gözelliyi ile her kesin dikkatlndeydi Esmer. Dokuz yaşındayken babası borçlarını kapatmak için Esmeri borçlu olduğu bir tüccara vermek istedi. . Tüccar 35 yaşında iki karılı bir adamdı. Bu öneriyi kabul etmeyen tüccar Esmerin babasını karşısına aldı:
    - Madem borçlarının karşılığında kızını bana vermek istiyorsun, iyi, tamam. Ben borclarını kapatıyorum - diye tüccar borc defterini Esmerin babasının önüne koydu. 
  -Allah senden razı olsun, elını ayağını öpeyim... 
   - Amma bi şartla...
  - Şartmı? Ne şartı? 
   - Kızını benimle değıl, benim bacımın oğluyla evlendireceğiz! 
   - İyi güzel, ama hangisıyla? 
   - Dilsiz Mangıyla... 
    Dilsiz Mangının adını kimse bilmiyordu. Adı neydiyse, bilmiyorum. Amma kim ondan adını sorsaydı ağzından çıkardığı acaib sesle Mangı diyordu. Ve boylece bu dilsizin adı Mangı olarak kaldı. 
    Uzun lafın kısacası, henüz göğüsler çıkmamış, kadınlık zirvesine yetışmemiş, vücudu sertleşmemış Esmeri, hoca getirip nigahını Mangıya okuttular. 
   Kadın-erkek ilişkisini anlamayan küçücük   kız, eve ilk girdiği günden itibaren bu aileye köle olduğunu fark etti. Geldiği günden beri sığırlara, hayvanlara ve tarla bahçeye bakan kız, o günden hayatının kara kitabının açıldığını hissetti. Kaderinin çizdiği  yolu devam etmeyi kabullendı. Yaşadıklarına alın yazısı deyip, her acıya katlandı. Aslında  akıl hastası  ve dilsiz olan kocasıyla  yakın bir ilişkisi yoktu. Hasta koca , karı koca ilişkisinin sadece bir öpücükten ibaret olduğunu biliyordu. Arkadaşları Dilsiz Mangi'ya karı koca ilişkilerini anlatmaya calışsalar da, boşuna uğraşıyordular. Mangi'nin küçük beyni bunun farkında değildi. Yıllar geçmesine rağmen karısıyla arasında normal  bir ilişkisi  yoktu. Esmer zaten 14 yaşındaydı ama kocasının evinde hala bakire bir kızdı. 
    Zaman geçtikce Esmerin güzelliğinin üzerine güzellik geliyordu. Kızlar çeşmesinden su içen kızın güzellıği  göz kamaştırıyordu. Siyah kaşları kalemle çizilmış,  yanakları elma kadar kırmızıydı. Dudakları  düğmelenmış tomurcuğa benziyordu. Uzun kestane rengi saçlarını örüp göğüslerinden aşağı atınca sankı bir çift yılan gibi omuzlarının üzerinde çevirılırdi. Beyaz dar gömleyinin altında sakladığı dolgun göğüsleri,yüzükten geçen ince belı  vardı . Yeşil elbisenin üzerine giydiği altın süslemeli yeleğin beline taktığı gümüş kemer neredeyse kızın beline ölçülüyordu. Tek kelimeyle, Tanrı bu kızı yoktan  yaratmışdı sankı... 
  Kız arkadaşlarının mutlu aile hayatına baktığında, onların aşkla dolu macaralarını, sevip sevildiğini duyduğunda hasta kocasına bakıyor ve içini çekiyordu. Gözlerini kapatır, hayelindeki sevgilisini hayal eder ve ona sırılsıklam  aşık olurdu. Hayatında hıç bir şey yoluna getmiyordu. Ailesi, yuvası, kocası  vardı. Ama ailesi ondan uzak, kocası aşk'tan anlamayan , erkeklikten  mahrum... Bu hayat, bu azap nereye kadar gidecekti bilmiyordu.  Gecimsiz hayat onu kendıne kapatıyırdu. Arkadaşlarından, akrabalarlndan kaçlyordu. Kendını ahıra kapatıp, saatlerce Gaşkha atıyla konuşup, dertleşir, saatlerce ağlayıp  içini boşaltırdı. 
   Qashqa at doğduğunda Esmer onun yanındaydı. Ne kadar mutluydu Esmer .  Sanki kendi çoçuğu olmuştu. Atı kendi çocuğu olarak sevdi ve değer verdi. Saf sevgiyle yetiştirdiği at da onu  seviyordu. Esmer dışında kimseyi yakınına brakmaz, sırtına  bindirmezdı . 
   Evin yoğun çalışmasından ve harman yerinden zaman bulan Esmer ve Qashqa ile  doğada yürüyüşe çıkıyordu. Yeşıl çayırda  atın sırtındaki kahve renkli saçlı, pembe-kırmızı elbiseli, dik duruşlu  kızın görüntüsü izleyicileri büyülerdi. Ata binmekle ünlüydü Esmer. Bazen, kocasının kıyafetlerini giyer, saçlarını tüylü bir çoban şapkasının altına saklardı, genc adam kılığına girer ve halk oyunlarına katılırdı -  genclerle çelik - çomak  oynar, at sırtında şapka alma oyunlarına katıldığından beri kimse şapkasını ondan alamazdı. Dörtnala giden at ile şapkayı alır, kaçardı. Qashqa ata kimse varamazdı. 
   Bir gün doğadan eve dönen kız, atını çeşmede  sularken uzaktan gelen bir kervan gördü. Kız atının sırtına atladı ve atına sarıldı . Atını hayladı. Amma ne yaptıysa at hareket etmedi. At şaha kalktı  ve kendini diğer atların arasına katmak istıyordu.  At şaha kalktığında kızın çenberi omuzlarına düşer eteyı yukarı kalkarak bacakları açılıyordu. Narin kız ne yapacağını bilmiyordu.
Saçları dağılmış ve rüzgara teslim olmuştu. Alnından akan ter damlaları kızarmış suratından aşağı akıyordu. At kalkıp inince kızın  dolgun  göksü açılıyor, Esmer attan düşmemek için bir elıyle göksünü kapatıyor, öbür eliyle atının ipini çekiyordu. 
    Kervan çeşmeye yaklaştı, develer  ve atlar   irmaktan su içiyorlar. Hareketsiz duramayan Qashqa at, kervandaki atları özlemiş gibi onlarla çiftleşmek istiyordu. Kız bunu anladı. Ama atını bu kadar erkeklerin yanında nasıl çifleştirebilirdi ? Çok utanıyordu. Atını sürüp gitmek istese de atı diğer atlardan ayrılmak istemiyordu.
   Atın üzerindeki kızın oyunlarına her kes hayranlıkla bakıyordu. Kızın güzelliği ve şık vücudu kervancıları büyülemişti. Kız kendini toparlamaya çalışsa da atı buna izin vermiyordu. Qashqa at inad yapıyordu. Bir an kızı  sırtından atarak diğer atlara koşmak istiyordu.  Cesaretli kız da atına inat olarak onun ipini daha sıkı çekiyor, atının boynuna sarılarak onu sakınleştirmeye çalışıyordu
    Adamlar develeri suladıktan sonra yüklerini açıp yakındaki çayıra götürdüler. Eşeği ve atları ceşmenin üstündeki çam ağacına bağladılar. Qashqa at yerinde duramıyordu. Diğer atların yanına gitmek istiyordu. Diğer atlardan  istediğini alana kadar ayrılmaya niyeti yoktu. Kız atın gitmesine izin vermedi ve sırtından da düşmedi. At dörtnala giderken kızın eteği sallandı, bacakları açıldı ve saçları yüzüne düştü. İpek elbisenin üzerine giydiği dar  gömleğınden dolgun göğüsleri görünüyordu ve bu da onun daha da çekici görünmesini sağlıyordu. Erkeklerin gözleri bu güzel kızın üzerindeydi.  Böyle olmasını istemiyordu amma  Esmer kendini bu çapkın adamların bakışlarından korumaya çalışıyordu. Çok utanıyordu. Sahip Ali kızın utanıp kızardığını  hissedebiliyordu. O yüzden adamlarına işaret etti ve işlerine bakmalarını emretti. Herkes bir tarafa dağıldı ve işlerine baktı. 
   Sahip Alı, bu güzel kızın at sırtındaki oyunlarına, kabarık göksüne, güzel vücutuna, saçına ve güzelliğine hayran oluyordu. Bakışlarıyla kızı takip ediyor ona her dakika, her saniye aşık olduğunun farkına varıyordu. 
   At yerinde duramyordu. Sahip Ali çocuk değildi, 24 yaşındaydı, eşini genç yaşta kaybetmışti. Çoçukluğundan taa iş  hayatına atıldığı  günden itibaren devesi, atı ve eşeği vardı. Onların çiftleşme mevsimlerini çok  iyi biliyordu. Şimdi  Esmerin atının  çiftleşmek istediğini görüyordu ve kızın onu yalnız bırakmak istemediğini de  hissediyordu. Bu yüzden Esmerin atına yaklaştı ve onu ensesinden yakaladı. Atı dizginlemeye çalıştı. Ama at bu yabancıyı görünce korktu ve kükredi. At bacaklarını kaldırıp ona vurmak istediğinde Sahip Ali  büyük bir kahramanlıkla atın eyerini tuttu ve sırtına atladı. Kızın ince beline arkadan sarılarak düşmesini önledi, kızın elinden ipi tuttu ve atı sakinleştirmeye çalıştı:
   - Ppüüürrr, nçççç nççç purrr ...
Bir erkeğin kolu ilk kez beline dolanmıştı. İlk kez bir yabancı onun elini tutmuştu. Sırtı bir erkeğın göğsüne dayanmıştı . İlk kez bir yabancının nefesi boynuna vuruyordu. İlk kez kulağının arkasından hükümlü bir adamın sesini duyuyordu. Çocuk olmasına rağmen, zamanından önce gelişmış bir kadın gıbı bir erkek elline, erkek göksüne , nefesine, sesine nakadar muhtacıydı Esmer. Tüm vücutu heyecandan titriyordu.  Kalbinin çarpmasını sırtından Sahib Ali de hisedebiliyordu. Sahip Ali  kadından anlayan biriydi. Bu genç kızın heyecandan  nasıl alıştığını görebiliyordu. Kizin bu heyecanı onu da etkisiz bırakmıyordu.  Vee... Böylece Sahip Ali  atı sakinleştirdi ve arkadaşına  seslendi.
   -  Halil, o siyah kısrağı buraya getirirmisin? 
    Sahip Ali Kara kısrağın ipini aldı ve kızın belini bıraktı. Qashqa atın sırtından kısrağın çıplak sırtına sıçradı ve homurdandı. Kara kısrak kaçarken Qashqa onu takip edildi. Atlar tepeye tırmandılar ve kayboldular.
    Ağaça bağlanmış  dişi at, erkek  atla eşleştiğinde Esmer utandı. Utançtan para gibi kızardı ve bakışlarını atlardan kaçırmaya çalıştı. Ama tekrar kızın özlem dolu gözleri atlara döndü ve onları büyük bir heyecanla izledi. Sahip Ali  atların ikisini de tumarladı ve onlara güzel sözler söyledi.parmakları ile atların saçlarını taradı. Sahip Ali meşgul numarası yapıp yüzünü Esmer'den uzaklaştırmasına rağmen gözleri ve düşünceleri onun üzerindeydi. Her hareketinde, her bakışta ona dikkat ediyordu. 
   İlk baharın nefesinden yeşillenmiş çayırda iki çalı vardı ve bunlardan birine atlar bağlıydı. Birinin altında Sahip Ali ve  Esmer oturuyordu. Atlar birbirleriyle oynarken Sahip Ali , yeşil çimenlere yaslanıp işinden, gücünden bahseder, kız ondan kısa bir mesafeye oturup başını öne eğmışti. Etrafındaki küçücük menekşeleri kopararak onu dinliyordu. Hayatında ilk kez bir erkekle bire bir diyalog kuruyordu ve ilk kez  kaderinden şikayyetlendi.  
   - Ya rabbim, bir erkek  sesini duymak ne güzel bir şeydi.  Beni bu sevgiden neden mahrum ettin, benim günahım neydi allahım, beni neden böyle şanssız, mutsuz yarattın? Ben de her kes gibi sevip sevile bilmezmıyim? 
    Bu yaşına kadar hep allahına şükür etmişti Esmer, amma şımdı... İlk kez burda  onunla konuştuğunda talihsiz kaderinden şikayet etti. Onu bu güzelliklerden mahrum ettiği için Allah'ı kınadı. İsyan etti. Oturduğu yerden kalktı ve atlara baktı, derinden iç çekti ve atlar şefkatle birbirlerine sürtündüler. Kalbinde, "Ben hiç bu at kadar da  olmadım, allahım , beni böyle aşktan, sevgiden mahrum edecektinse ben bu dünyaya neden geldim ?"
    Kaderin yazgısından sıyrılmak istedi, alnındaki yazıyı kendisi  bozup, kendisi yazmak  istedi. Döndü ve Sahip Ali'ye baktı :
  - Evlimisin? - dedi
  - Dulum...
-Öyleyse kaçır beni...

    O sırada buluştuğumuz kızlardan ikisi bize yaklaştı.
   - Feride Hanım, biz sanki tanıştık - güldüler - konuşamadık bile. Kafanız sohbete öyle bir  karışmışki, meşgul etmek  istemedik. 
  - Ayy canım benım, kıyamam yaa... Gercekten böyle olmasını istemezdim. Amma Bahar hanımla sohbetimiz gerçekten tuttu. 
    - Aşk olsun! 
   - Özür dilerim canlarım. Umarım başka zaman görüşürüz canım. Bol bol muhabbet ederiz. Ben buradayım, siz de  buradasınız. Demi? Ama Bahar burada değil ve bir de  ne zaman benim elime gececeğini bilmıyorum
   Ayağa kalktım. Kızları kucaklayıp özür diledim.  Sonra telefon numaramı  Bahara   verdim 
   - Artık çok  gec. Sizden hiç ayrılmak istemezdim, ama, ayrılmamız gerekiyor  İnşallah sizinle Esmerle Sahip Alinin hikayesini tekrar görüşeceğım - dedim - nerede kaldığımızı unutmayın , kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Bölüm 2

    Eve geldim, güzelce dinlenip rahatladım. Çayımı demleyip, kızımızla beraber biraz  muhabbet ettik. Arkadaşlarımla  buluşmam bana çok iyi gelmişti. Kızlarla çekdirdiğimiz fotoroflara baktık. Fotorafdakı kizların  arasında bir cift  zeytin gibi siyah gözler malul malul bana bakıyordu. Sanki o gözler yine beni , alışveriş merkezinin balkonuna gelmem için sesliyordu.  Bahar fotodan bana bakıyordu, yanımda olmasa bile telefonun o başından yine de beraber idik. WhatsApp'tan konuştuğu Sahip Ali ve Esmer hikayesini kaldığımız yerden devam ediyorduk..

     Sahip Ali  Esmerin teklifine karşılık olarak ne söyleyeceğini bilemedi ve  yerinden kalkarak atını çalıdan çözdü. Çıplak At'a binib atını sürdü. Tek kelime etmeden gitti. Onun böyle bi şey demeden, sakin ve sesiz şekilde gitmesi Esmer'i etkilemıştı. Kendini kötü hissediyordu. Kalbine ateş düşmüştü sanki. Kendinden habersiz tanımadığı, bilmediği bu adama aşık olmuştu. Farkına varmadan  kalbini ona vermışti. Ancak adam karşılığında ona hiç bir laf söylemeden çekip gitmişti.  Bu da Esmere dokunuyordu. Bilmediği bir erkeğin karşısında böyle rezil olduğunu, gururunu kırdığını midesi kaldırmıyordu.  Ne yapacağını, kendini nasıl af edeceğini bilmiyordu. 
   - Belki bu aşk değil - diye düşündü - Belki bu her kızın yaşadığı, olgunluk çağına ulaşmış genc kızın  kadınlık zirvesine çıkmak isteği idi ? Belki bir az önce o ağaca bağlanan atların gözlerinin karşısında çiftleşmesi onu ihtiraslandırmıştı? Kocası olaraq, ama sex hayatı yaşamayan bir kadın için böyle bir duygulara katılmak normal değilmi, sence ? Ya bunun tanımadığım adama ne aidiyyatı var, Esmer Allah aşkına?  Ayıp yaa... çok ayıp oldu. Hem adama, hem bana... Bu ne ahlaksızlık böyle. Ben ne yaptım allahım... - diye kendini kınadı. 
    Hasta, beş senede ona sahip olamayan kocası ile bu delikanlı adamı karşılaştırıyordu. Hayır, Esmer gencliyini, güzelliyini bir ömür boyu hasta kocaya ve onun ailesine kurban vermeyecekti. Kocasının evinde kendi duyguları ile, hayelleri ile ömrünün sonuna kadar sevip sevilmeden bakire kız çoçuğu gibi yaşlanmayacaktı. Esmerin hayelleri vardı. Hayellerinin kahramanı vardı. O da genc kızlar gibi sevip sevilecekti. Çok tatlı, mutlu  sımcıcak bir yuvası olacaktı. Onun da sevdiyi erkekten çoçukları olacaktı.  İnanıyordu, inanıyordu ki, o gün çokta uzakta değıl, belki de daha yakındır.  Belki de onun hayellerinin beyaz atlı prensi şımdı, bu gün tanıştığı  Sahip Ali idi. 
   - Evet bu odur. Eminim- diye düşündü ve gülümsedi.
   Evet Esmer Sahip Alini hayatının kahramanı ilan etmişti.  Bu adam onun hayelindeki kahraman ve onun çoçuklarının babası olacaktı... 
  Duyguları, hayelleri olağanüstüydü. Ne istediğini ve ne yaptığını kendisi de  bilmiyordu. Göz yaşları ıçerisinde Qaşqa atı timarlarken, sanki  Sahip Alının saçlarını okşuyordu . Parmakları atının boynunda dolaşırken, sanki parmakları  Sahib Alının vücudunda dolaşıyordu. İhtirası, duyguları, hayelleri dorugdaydı. Keşke hayelleri gercek olsaydı. Keşke onu yürekten seven bir delikanlı kocası olsaydı. Oysa o bi hastaya mahkum olmuştu, oysa o hiç bir zaman düşdüğü çıkmazlardan kurtulamayacaktı. 
    Atına sarıldı ve öyküsüne yürekten, isyan ederek ağladı. Aniden çalıların arasında bir ses duydu. Ürktü ve toplanarak atın sırtına atıldı. Çalıların ardından siyah bir gölge gecti. Gözlerini kıyıb gölgeye baktı. Orda kimse saklanmıştı. Korktu ve  hemen atıyla beraber ordan uzaklaştı.

   Sığırları sağdıktan sonra onları yerine aldı. Önüne çımen koydu ve eve girdi. Sofrayı açtı ve külfeti sofraya davet etti. Kendi de sofraya oturdu, ama, iştahı yoktu. Bu gün olanlardan kendini hiç iyi hissetmiyordu. Kendini aşağılanmış, gururu kırılmış bir kız olarak biliyordu. Bazen içindeki ses vicdanını uyandırır  ve onu kınardı .
  - Utanmıyor musun? Kocana ihanet mi ediyorsun? Yaptıklıarın ayıp değilmi? Allah Mangını sana yazdı. Seni ona verdiler, şimdi Tanrı'nın yazdıklarına isyan mı ediyorsun? Allah' tan kork be kadın, Allah'tan kork 
   Ayağa kalktı, su dolu bakır güğümü aldı ve hale  közü sönmeyen ocağın üzerine koydu. Altına bir parça odun attı, ocağın ateşini alevlendirdi ve odasına çekildi. Sandığını açıp, henüz giymediği ve yıllardır düğün gecesini için diktiği, sim ve pullarla el işlemeli güzel saten geceliyini aldı. Kendi elleriyle dikerken desenlerinin her birine kaç tane arzu ve fantazi  dokumuştu, kim bilebilir? Tutkulu bir adamın kollarında nasıl şımartıldığını hayel etmişti. Vücudu yanıyordu. Geceliyi yüzüne tutub gözünün yaşlarını sildi. Sonra katladı ve tekrar sandığına geri koydu. Alçak odanın küçük penceresinden bir gölge geçti. Hızla lambayı aldı ve pencereye yaklaştı. Açık pencerenin koluna keten bir parcaya sarılmış bohca asılıydı. Lambayı pencereden dışarı  çıkarıp etrafa baktı. 
   - Kim o? - diye seslendi. Kimse yoktu. Pencerenin kolundakı bohçayı aldı, endişeyle etrafına baktı ve içeri girdi. Bohçayı açtı. İçeride yeşil satenden yapılmış güzel bir elbise, bir kuşak, altın işlemeli bir sırt, zengin bayanların giydiği bir çift el yapımı ayakkabı ve yine zengin hanımların  başlarına koydukları inci boncuklu bir fes vardı. Bohçanın  içınde  bir avuç siyah at tüyü de vardı. Çok heyecanlandı. Bu kadar pahalı eşyaların burda ne işi vardı? Babasının, ya da, kocasının evinde hiç böyle bir şey görmemiş, kocasının tüccar dayısının  karıları ve kızları hiç böyle bir şey giymemişlerdi. 
  Atın tüyünü eline aldı ve okşadı. Evet bu saç Sahip Alinin Siyah kısrağının saçıydı.  Telaş içinde eşyalarını hızla bohçaya bastırdı ve pencereye yaklaştı. Etrafa baktı. Kalbi heyecanla çarptı. Bu sırada Mangi kapının perdesini  kaldırdı ve içeri girdi. Pencerenin önünde durup ta , dışarıyı izleyen karısına seslendi. Başıyla karısından ne baş verdiğini sordu.  Esmer onu sakinleştirip işaret diliyle ona bi şey olmadığını söyledi.  Mangı yatağına geçti. Yataktaki  bohçaya baktı ve Esmer'e seslenerek bunun ne olduğunu gösterdi. Esmer onu sakinleştirdi, elinden bohçayı  aldı, koluna hafifçe vurarak ona yatmasını, onu beklememesini işaret etti. Duş alıp  döneceğini söyledi ve dışarı çıktı. Ahıra girdi ve atını okşadı. Kolunun altındaki bohçaya  baktı ve gülümsedi;
    - Onun burada olduğunu biliyorum ben . Beni kurtarmaya geldi. Bak, bu da bana gönderdiği bir işaret. Koltuk altındaki bohçayı atına gösterdi ve atının boynunu okşayıp öptü.
    -Bak, inanmıyorsun, ciddiyim, o buradaydı.
   Ahıra baktı. Evde bohcayı gizleyemezdi. Her an bohça ele geçe bilirdi. Bohçayı bir yere saklaması gerekiyordu. Çevresine baktı. Bohçayı saklayacak yer aradı. Ahırın ortasındaki çay taşıyla çevrilmiş duvarda terek görülebiliyordu. Gerçekten burası en güvenilir bi yer idi. Burası kımsenin aklına gelmiye bilirdi. 
    Esmer Qashqa'nın saçından biraz kesti ve onu siyah kısrağın saçının yanına koydu. Eğildi, tereğın altındaki kuru otları temizledi ve bir çukur kazdı. Bohçayı oraya koydu ve tekrar samanla örttü. Kapının arkasından büyük bir bakır leğen alıp ahırın ortasına yerleştirdi. Dışarı çıktı ve gecenin serin havasını ciğerlerine çekti. Üşüdü. Ellerini ovuşturdu ve ocağa doğru gitti. Kaynayan güğümü ocaktan aldı,  çeşmeden doldurup getirdiği bakır kaptaki suyu da götürüp ahıra geldi. İçeri girmeden eve baktı. İçerideki ışıkları kapatmışlar.Bu bir adetti. Evin gelini  külfet uyumadan duş alamazdı. Şimdi banyo yapabilirdi.
Ahıra girdi, ahırın direğinden asılmış gaz yağı ile çalışan lambayı yaktı ve suyunu hazırladı. Üzerindeki kiyafetlerini soyunup kenardakı kuru samanın üzerine attı. Ayaklarının altında hışırdayan kuru samanların üzerinden geçerek bakır leğene girdi. Bir tas sıcak su alıp, "Bismillah" diyerek sıcak sudan ayaklarına  döktü. Soğukta,  sıcak su ona  cennet suyu gibi gelmişti. Çıplak vücuduna dökülen sıcak su ruhunu ısıtırken, sanki damarları boşalıyordu. 
Geçen gün bohçaçıdan aldığı Bağdat sabununu alıp başını ve vücudunu sabunladı.Köpüklü eliyle yanına koyduğu tası almak istedi. Gözleri sabunlu olduğu için kapalıydı. Amma elleriyle tası aradı, lakin bulamadı. Sabunlu eliyle köpüğü gözlerinı sürüp kovaya baktı. Evet tas yoktu. Bu sırada kafasına dökülen sıcak sudan tiksinib şaşkın bakışlarla arkasına baktı...

    Aynı gün Esmer o ahırın samanlığında atının tanıklığıyla bekaretini Sahibalı'ya teslim etti. Sahip Ali  Esmere söz verdi. Şimdi şu an seyahat' ta olduğu için Esmeri kendisiyle götüremeyecektı. Amma dönüşte Esmeri alıp buralardan gideceğine yemin etti. 
    Sahip Ali  sözünü tuttu. Üç ay sonra    memleketine dönen  Sahip Ali  Esmer'i  de alıp evine geldi. Onu annesine gelin, kendine hanım etti. 
   Taa ki, İbrahim doğana kadar, Manqi ve Esmer'in akrabaları Sahib Alı'ya ve ailesine barış vermedi. Son durum o yere kadar geldi ki, Sahip Ali'nin ailesi Tebriz'e taşınmak zorunda kaldı.
  Şimdi o günden  bu yana kaç sene geçti. Çok mutlu bir evlilikleri vardı.Uzun iş seyahatlerinden ayrılarak yeniden bir araya gelen bu genç çift, kelimenin tam anlamıyla birbirine delicesine aşık olmuşlardı. Sahib Ali'nin kaçak mallar nedeniyle tutuklanmasının ardından Sahib Ali'nin bir daha Kuzey Azerbaycan'a gitmemesi Esmer'i mutu etmişti. Kenardan bakıldığında herkes bu ailenin mutluluğunu kıskanıyordu. 
  Esmer öğlen yemeği yapıp Sahip Alı ve kayın biraderine götüryordu. Birlikte yemek yer, sofrayı kaldırdıktan sonra iş yapmak için dükkânı ikiye ayıran perdeli kısmına gecerdi. Aslında iş bir bahaneydi. Sahip Ali, Esmer'in "temizlik" işine zaten alışmıştı. Her yemekten sonra Sahip Ali'nin karısına teşekkür için bir öpücük borcu vardı.  Öpücük olmasaydı Esmer akşama ona  ceza keseceyğini de biliyordu. 
     Her nedense, Allah her zaman mutlu aileleri imtahan eder. Bazen hayatın bu sinavı kolay, bazen de ağır olurdu. Evet, bu kez  Allah'ın ağır sinavı bu aileyi temelinden yok etti.
   Nevruz arifesiydi. Toplu temizlik zamanıydı. Esmer komşu kadınlarla yardımlaşıp evden halıları aldı ve halıları yıkamak için dereye indiler . Kadınlarla beraber halıları, camaşırları yıkarken çocuklar da derede oynuyorlardı.
   Komşu kadınlarla halıları yıkadılar. Kadınlar arada zaman  bulup birbirleriyle şakalaşıyorlardır. Geleneğe göre derede kadınlar iş yaparken buraya kadınlardan başka kimse gelmezdi. O yüzden serbestirler. Kadınlar halıları yıkadıktan sonra tencere, tası suya verip, temiz bir yere koyuyorlardır . Ocak yakarak , büyük bakır kazanlarda su kaynatıyor, çeşmenin yanında yere konulan leğenlerde giysiler yıkıyorlardı. 
  Artık işleri bitmek üzereydi. Kadınlar bir kısım eşyalarını eşşeğın sırtına yükleyip  evlerine gittiler. Eşyalarını eve bırakıp tekrar geri döneceklerdi. Her kes gitmişti. Çeşmede sadece Esmer ve komşu çocuklarla oynayan İbrahim kalmıştı. O zaman İbrahim, altı veya yedi yaşında küçük bir çocuktu. Esmer ikiz cocuklarını kaynanası Asyaya bırakmıştı. Çok küçük oldukları için çalışırken onları yanına alamıyordu. 
    İbrahim çocuklarla çayırda oyun oynuyor, Esmer işiyle meşguldü. Islanmamak için eteğini kaldırıp beline bağlamış, bacakları uyluklarına kadar açılmıştı. Kendi de farkına varmadan saten gömlekten ince beli yarıya kadar açılmıştı. Eğilirken gömleğinin yakasından iri göğüsleri gözüküyordu. 
Uzun, siyah, kalın saçları terden su olmuş.  Islanmış saçları yüzüne ve göğsüne yapışıyordu. Yorulmuştu. Elini beline koyup dikildi. Başını kaldırdı, terli alnını kollarıyla sildi ve ıslak parmaklarıyla saçını geriye doğru taradı. Başının üzerinde hayranlıkla ona bakan bir atlı gördü. Hızla toplandı ve açık göğsünü ve bacaklarını kapattı, atlının  arkasındaki güneş gözlerini kamaştırıyordu. O yüzden süvarının kim olduğunu  göremedi. Bu süvari buraların adamı değildi. Olsaydı,  burada kadın varken  buraya gelmeyecekti . Ne yapacağını bilmiyordu. Eşarpını omzunun üzerinden attı ve dere kenarındakı çayırda oynayan çocuklara bakmak için döndü. Oğlu İbrahim de onlara bakıyordu. Tekrar dönüp bu yabancı adama baktı ve bu an havaya kalktığını hisetti. Bağırdığı an şu sakkallı adam elindeki kırbacın arkası ile Esmer'in boynuna vurduğunu, kızın omzundan tutarak atın sırtına yatırdığını gördü. Bundan sonra olanlardan haberi yoktu... 

   Kanun kacağı Hamid' zamanının iyit ve mert  kahramanlarından biriydi. Zalimlerininin ve zenginlerin düşmanı, adaletin dostuydu.Dağlarda  başının destesiyle yaşıyordu. Zalimlere kan kusturuyor, fakirlerin yanında duruyordu.  Bütün köy ve kent halkı onu çok severdi. Sevildiği kadar da düşmanı vardı. Düşmanı zenginlerdi. 
    Yıllar önce Sahip Alı ile Esmer arasındaki ilişkiyi duymuş ve karısının dilsiz bir adama ihanet etdiğini düşünerek bu olaydan çok etkilenmişti. Mangi'nin dayısı Esmeri kaçıran  Sahib Alıya ulaşamayınca  dağa çıkmış ve Sahib Aliyi bulması için Hamid'e yalvardı. O, Hamit'e Sahip Ali'yi alçak gönüllü bir şerefsiz gibi anlatmıştı . Sahip Ali kızları yoldan çıkarıyormuş da, dağa kaçırıp ona tecavüz edirmiş de... Bu olaydan etkilenen Hamid, çaresiz ve fakir, dilsiz, hasta bir adamın karısına bakmasının cezasının Sahib Ali için ağır olacağına ve bu cezadan sonra kimsenin böyle bir eylemde bulunamayacağına yemin etti. 
   Nihayet, altı, yedi yıllık arayışın ardından Hamid Sahip Ali'nin haberini Tebriz'den aldı ve onu takip etti. Kimsenin haberi olmadan  Sahip Ali ile ilgilenmiş ve onu halk arasında nasıl perişan edeceğini pilanlamıştır. Kasaba halkının Sahip Ali hakkında söyledikleri Mang'ın dayısının söyledikleriyle uyuşmuyordu. Şok oldu. Bu durumda kimin yanlış, kimin doğru olduğunu bilmiyordu.  Şu an nasıl bir adım atmasını, nasıl bir karar vermesi gerektiğini de bılemıyordu. Toplumda adil  ve adaletlı biri gibi tanınmış Hamit, şimdi ne yapacağı için kararsızdı. Böyle bir aile meselesine karıştığı için  pişman olmuşdu. Ama, Mangıya ve onun ailesine söz vermiştı. Ne olursa olsun adalet yerini bulacaktı. Ne olursa olsun o Esmeri alıp aİlesine götürecekdi . Kendi elleriyle Sahip Ali'yi cezalandırarak ihanetin sonucunun böyle biteceğini her kese gösterecekti.  Bu yolda ölmek var dönmek yok. 

   Lakin, aylardır gizlice izlediği bu aileye karşı içinde gizli duyğular uyanmıştı. Hatta  Esmeri Sahip Aliden kıskanıyordu. Sahip Ali ve Esmer'in mutlu aile hayatını  kendi hayatında hayal etdiyordu, Sahip Ali'nin yerinde kendini görüyordu. Hayellerindeki  kadının varlığı tıpkı Esmer gibiydi. Esmer'in çılgınlığı, şımarıklığı, ilgisi, şefkati ve mutluluğu Sahıp Ali'de değil, onunla birlikteydi sankı.  Evet, Hamid, kendinin  haberi olmadan Esmere aşık oluyordu. Dürüstlük, adalet dediği yerde, kendisi namussuz, kalleş çıkığının farkındaydı . Kendinin bu halıne ne kadar nefret etse de duygularını kontrol edemiyordu.  Kendini zor tutuyordu, ama bi zamana kadar.  Ne zaman Esmerle yüz yüze gelseydı kafası karışıyor, duygularını dile getirmemek için kendini zor tutuyordu. Böyle devam edemeyecekti. Şuna bir son vermesi lazımdır. Ya Esmeri alıp ailesine götürecekti, ya da kendisi buralardan çekip gidecekti. Ama beceremiyordu. Kalbine laf geçiremiyordu. Şimdilik kendini kontrol ede biliyordu. Ama... 
     İşte bu gün her şeyin kontrolundan çıktığı gün idi.  Evet, herşeyin kontroldan çıktığı - Esmerin şu Nevruz arefasında, dere kenarında halıları yıkadığı güne kadar... Esmeri dere kenarında böyle açık gördüğü andan itibaren aklı başından çıktı. Ne olursa olsun Esmer onun kadını olmalıydi. 
   Esmer gözlerini açtığında kendini karanlık bir mağarada buldu. Mağarada kendisinden başka kimse yoktu. Korkarak etrafına baktı. Burası nemli ve rütubetli olan dar bir mağaraydı .
    Olanları hatırladı. Güneş ışığından onu kaçıran adamın yüzünü hiç görmemişti. Onu kimin kaçırdığını da bilmiyordu.Onu kaçıracak kim olabilir di? Evlenmek için kaçırıldığını aklına getire bilmiyordu. Çünkü çevrede herkes onu tanıyordu, mutlu yuvası olduğunu biliyordu.Kim bile bile onunla  bu oyunu oynardı ki? Yok bu iş duşman işi. Aklı başında olan adam bunu yapmaz , yapamaz. Aks halde onu ne bekleyeceğini iyi bilmesi gerekirdir. Evet kesinlikle bu düşman işi. Dilsiz Mangı ve onun adamları dışında düşmanları yok tu. Ancak Mangi sohbeti çok geride kaldı ve unutuldu. 
    Kalkmak istedi, ama mağara o kadar alçaktı ki başı tavana değiyordu. Eğile eğile mağaranın çıkışına doğru adım attı. Mağaranın girişinde hilal şeklindeki ayın ışığı loş bir şekilde parlıyordu. Ellerini duvarlara sürterek dışarı çıktı.  Bu arada eline bir tahta parçası geçti. Her ihtimale karşı, ağacı aldı ve dışarı çıktı. Görünen kimse yoktu. Sessizlikdi. Yakındakı  kayalıklardan gelen baykuş ve vahşi kurtların sesi paniğe neden oluyordu.Kısa bir mesafedeki ocağın şimdi söndürüldüğü belliydi. Ocaktan patates kokusu geliyordu . Her kimse ocağın közünde patates pişirmişti. Fakat, etrafta kimse yoktu. Şaşırdı, bu oyun neydi? Onu kim kaçırdı ve şimdi nerede? Onu neden bu çölde yalnız başına  bıraktı? Sonuçta, onu kaçıran bu adamın amacı neydi ?
   Karışık düşüncelerle eli ve ayağı  titreyerek ocağın önünden geçip gitti. Nereye gittiğini bilmiyordu.Vahşi hayvanların sesi ve  karanlığın sessizliği kulaklarını doldurdu. Çok korkmuştu. Elindeki tek silah olan bir odun parçasını kendine destek vererek yürüyordu. Ayaklarının altından koparak yuvarlanan  kaya taşlarının hafif sesinden kayalık yolculuğununu uzun olduğunu anlayabiliyordu. Yine de geri dönüş yoktu, tek amaç oradan kurtulup ailesi ve çocuklarıyla yeniden bir araya gelmekti. Nihayyet kayalıkdan indi ve düzlüğe çıktı.  Koştu. Nereye koştuğunu bile  bilmiyordu. Karanlıkta gökyüzünde aydan başka ışık yoktu.
   O an yakınlarda bir homurtu hissetti. Kulaklarını dikti ve etrafına baktı. Uzakta, ay ışığında kendisine yaklaşan siyah bir gölge gördü. Bir çift parlak göz ona bakıyordu.Bu bir yabanıydi. Dönüp geri koşmak istese de arkasında aynı gölgeyi ve parlayan gözleri gördü. Vücudu buz gibi kaskatı kesildi. Kalbi durmadan küt küt atmaya başladı. Sağa sola baktı. Etrafının  çevresi daralmıştı. Ona yaklaşan gölgeler bir kurt sürüsüydü. Elindeki ağaçla her zaman saldırıya karşı kendini savunuyordu. Durmadan sağa sola döndü, saldırının kendisine hangi yönden geleceğini merak etti ...

    - Feride, geç değil mi? Kalksana -eşimin  sesi beni telefonumdan ayırdı. Çok geçti. Nerdeyse sabah olacaktı . Bahar hala yazıyordu. Aralıksız mesaj sesleri nihayet sustu. Baharın yazıları beni geçmişe, Esmer ve Sahip Ali destanına götürüyordu. Yatakta gözlerimi kapattığımda olaylar gözlerimin önünde canlanıyor ve bu hikayeyi beynimde bir düzene koyuyorudum ...

                3 BÖLÜM 

İşlerimi  bitirdim ve televizyonu açtım. Gözlerim televizyonda, aklım  Esmer'in yanındaydı. Bahar'ın ailesinin draması beni  bu ailenin içine sokmuştu. Bahar'ın anlattığı bu hikayede kendimi hayal etmeye başlamıştım. Bu gerçek hayat hikayesinden çok etkilenmiştim . Aklımdan deli sorular geçiyordu. Şimdi ne olacak, bundan sonra nasıl olacak. 
   Mutfağa geçtim , çayımı doldurdum ve tekrar salona geldim. Bu saatte Bahar'ı rahatsız etmek istemedim, ama yine de kendime engel olamadım, bu yüzden telefonu açtım ve Bahar'ı ardım. Telefonun diğer ucundan uykulu bir ses geldi.  Selam sabahtan  sonra beni fazla  bekletmeden hikayesine devam etti.

... Süvari annesini  kaçırırken  İbrahim de bağırarak  yorulana kadar onların arkasından koşdu , lakin onlara yetişemedi  Süvari uzaklaştı ve ortadan kayboldu. Küçük ruhuyla, çoçuk zihniyle,  isyan yaparak mahalleye döndü.
    Mahelle bu haberden iyice karışmıştı. Eli balta, sopa  tutan herkes Sahip Ali'nin evinde toplanmıştı. Sahip Ali'ye desteğe gelmişlerdi. Amma yapacak bi şey yoktu. Esmeri kim, nereye kacırdığını kimse bilmiyordu. Her yerde Esmer'i arıyordular. 
   Üç gün sonra Sahip Ali'ya destek olmak için gelenler, Sahip Ali'nini evini ve dükkanını taşlamaya başlamışlardır. Bir zamanlar Esmer'in başkasının karısı olduğunu  ve Sahip Ali'nin  Esmer başkasının karısı ola ola onu kaçırdığını duymuşlardı. Sahip Ali gibi şerefsiz  birinin bu mahallede yaşamasını istemiyorlardı. Sahip ali ve ailesinin dedi-kodusu mahalle karılarının muhabbet yeri olmuştu. 
  - Ne ekersen onu biçersin. Sahip Ali bilmiyormuydu başkasının namusuna göz dikerse olacağı buydu ?
  - Kalleşlık ve hırsızlık kırk gün sürer diyorlar  ya. Aha işte . Namussuz kalleşler  ikisi de  kaçtı ve  burada saklandı. Görüyorsun, Allah'ına kurban, mazlumun ahı yerde kalmaz, gec olsun, güc olmasın... Bilmiyormuydu bir dilsiszin karısını alıp kaçırırsa bir gün de kocasından iyi  biri çıkarsa onu da koyup kaçar? 
  Yapacak bi şey yoktu. Kasabaya çıkamıyordu. Her yerde dedi kodu aşağlayıcı ve lanetleyici kelimeler duyuyordu. Mahalle toplanıb evini taşa tutuyordu. 
    Dışarı çıkmaz olmuşlar. Mecbur kendilerini eve kapattılar. Bahçeye bile çıkamıyordular. Şu ana kadar  tek  mahalle onlara akın ediyordu, şimdi tüm şehir ayağa kalkmıştı. "Namussuz,  şerefsiz, kalleş Sahip 'Ali"  diyerek  evini taşlıyor, onun mahallede kalmamasını, çekip buralardan gitmesini istiyorlardı. 
    Asıl gerçekleri çıkıp ahalıye anlatmak istese de,  Esmerle nasıl evlenip buraya taşındıklarını  söylemek istese de kimse onu dinlemiyordu, anlamıyordu.  Sankı Esmerin o zamankı durumunu anlatsaydı beş sene kocasının yanında bakıre kaldığını anlatsaydı, bir kadın gibi o da yuva kurmasını istediğini, çoluk çoçuğu, sevdiği olmak istediğini  anlatsaydı, kim anlayacaktı ki?  Cahil insanların gördükleri evlilik dediğin  kadın özgürlüğü değil, "namus" bildikleri kadın köleliğiydi. Onların gözünde bi kadın eş olup olmaması, onun  mutlu olup olmaması, kocasının erkekliği varmı, yokmu önemli değildir. Kız baba evinden çıkıp kocanın evine gittiyse, o evden  kefenle  ayrılmalıydı. Bir kadın başkasını seviyorsa zina, erkek evli bir kadını severse pezevenk olurmuş. Onların ne yaşadıkları, duyguları, hayelleri bu memlekette geçerli değil. Şeriat kanunlarına göre kocasına ihanet eden kadın ölmelidir. 
    Evet, Tebriz çarşısı  alev aldı. Yanan Sahip Ali'nin dükkanıydı. Şehir sakinleri, mağazanın eşyalarını yok ettikten sonra mağazayı ateşe verdi. Dükkan'ın yağ, akaryakıt ve mumlarla dolu siyah sisi tüm Tebriz'i kapladı. Üç gün, üç gece yanan dükkân nihayet küle döndü ve Tebriz'in üzerinden siyah duman kalktı.
   Küçük İbrahim'in piskolojisi annesinin yaptıklarını kaldırmıyordu. Ona göre annesi, önce eski kocasına, sonra da kaçak Hamit'e kaçarak babasına ihanet eden, zina eden bir kadındı. O zamandan beri, tüm kadın cinsinden olan her kes beyinde zina yapan ve ahlaksız olarak oluştu ...

    Hamid, söz verdiği gibi Esmer'i Sahip Ali'den alıp getirip babasına teslim etti. Köy meydanının ortasına bir yığın taş yığılmıştı.  Yarın ikindi namazından sonra Esmer meydana getirilecek, kocasına yaptığı ihanetin bedelini kanıyla ödeyecekti. Ona Kuran bile okumadan herkesin gözü önünde taşlanacaktı. 
   Esmer, babasının ve kardeşlerinin ayaklarına düştü ve onu bağışlamaları için yalvardı. Onlara, Dilsiz Mangi ile hiç bir zaman karı koca olmadığını, Sahip Aliye kaçana kadar kocasının yanında bakire olduğunu söyledi.
   - Yalvarıyorum, ne olursunuz bana inanın. Ben Mangının karısı olmadım, biz sadece Nikah üzerinden karı kocaydık. Niye anlamıyorsunuz, baba, yalvarıyorum sana. Bu benim suçum geğil, eğer ki beni borclarının karşılığında Mangıya vermeseydin bütün bunlar olmayacaktı. Beni  bir eşya gibi siz kullandınız, sattınız. Benim ne günahım var? Ben insan değilmiyim, ben yuva kuramazmıyım, ben mutlu olamazmıyım? Benim eşim, çoçuklarım olamazmı? İsterseniz beni öldürün, istersenız kesin. Ben kocamı - cocuklarımın babası Sahip Ali'yi seviyorum . Ve ben onunla çook mutluyum. Ölsem bile onu hayel edip öleceğim... 
    Annesi ve Hamid dışında kimse ona inanmıyordu. 
   - Nasıl yani, madem Mangı sana kocalık yapmıyordu neden annene bi şey söylemedin? 
   - Söyledim baba, söyledim. Amma annem de sustu. Çünkü, Mangının dayısının karısının işini görüyordu, onun evinde çalışarak para kazanıyordu. Mangı beni talak etseydi, ekmeği bogazınızdan kesilecekti. 
   Hemid Esmer'in yaşadıklarını hayretle dinliyordu. Düşünceleri değışmişti. Aksıne şimdi Esmer'in  babasına daha çok kızıyordu. Bu nasıl baba?  Bir baba kızını  üç beş kuruş borç paraya satabilirmiydi? 
    Şimdi Hamit Sahip Ali'yi haklı sayıyordu. O da Sahip Alinin yerine olsaydı böyle bir kıza sahıp duracaktı. 
   Hamit, Sahip Ali hakkında Tabriz ahalisinden  kötü bir şey duymamıştı. Sahip Ali, şehrinde nazik ve şefkatli bir adam olarak tanınırdı. Esmer'in onunla ne kadar mutlu olduğunu da kendi gözleriyle görmüştü. Vicdanına sığındı ve çaresiz  ve zavallı  Esmer'e yardım etmek için planlar kurdu. Ne olursa olsun Esmer'i ölümün elinden kurtarmalıydı. Çünki o Esmere gerçekten aşık olmuştu, onu seviyordu.. Onun ölümüne razı olamazdı. Kaçabileceklerse, neden ölsün? Babasının borçlarının karşılığında kızını aptal Mangı'ye verdiğini duyduktan sonra,bu adamın ne kadar onursuz ve gurursuz olduğunu görüyordu. 
   Adaleti en önemli kriter olarak gören Hamit, hava kararır kararmaz Esmer'in babasının yanında yer aldı. Beline astığı çantadan bi kese çıkarıp (altın) adamın koynuna soktu.
   - Yarın Esmeri kurtaracaksın !
  Altın kesesini gören adamın gözleri parladı:
   - Yapamam. Milletin içine çıkamam,  Esmerin yerine beni taşlarlar.
  - Yaparsın  sen - Hamit ikinci keseyi ona fırlattı.
   Adam keseyi havada kapıp dilini - dudaklarını çeğnedi. Ağzının suyunu silip:
  - O zaman böyle yapalım! - Bir anlığına düşündü
  - Şimdi, bu kızı buradan, benim evimden alırsanız, halk onu ele vermek istemediğimi anlayacak. Biliyorsun bizim buraları, geleneksel olarak zina etmış kadın veya kıza ilk olarak babası veya kardeşleri taşla vurur. Ondan sonra her kes onu ölünceye kadar taşlar. Ben bu adetden çıkamam, halk beni taşa basar, öldürürler beni. Brak yarın Esmer'i köy meydanına götüreyim. Her kes ben kızımın ölümüne ferman verdiğimi görsün. Bak, o zaman siz kahramanlık yapacaksınız , eğer onu o meydandan  kurtarabiliyorsanız demek şanslı birisiniz... 
    Geceye  sabaha  kadar plan yaptılar. Ertesi gün Hamid gitti.

    İkindi namazının ardından cemaat yavaş yavaş meydanda toplanmaya başladı. Meydanın ortasında büyük bir boşluk vardı. Erkeklerin bazilarının elinde sopa, bazılarının elinde taş vardı.Köyün siyah çarşaflı kadınlarının gözlerinde hayret və korku ifadeleri vardı. Merakla meydana bakıp Esmeri nasıl taşlayarak öldürülmesini bekliyordular. 
   Evet, dilsiz Manqi ve taraftarları yolda gözüktü. Esmer'i eli - gözleri bağlı  bir sürü arasında meydana getiriyorlardı . Manqi anlaşılmaz bir ifadeyle bir şeyler söyleyerek Esmeri meydana sürüklüyordu. Esmerin babası ve kardeşleri de onların yanındaydı ve Esmer'i dövüyordular. Meydanın ortasına varır varmaz Mangı garip ve anlaşılmaz sesiyle bir şeyler söyledi ve ilk darbeyi bir sopa ile  Esmerin kafasına vurdu. Mükavemetini kaybedek genc kadın yere düştü. Ondan sonra  meydana toplaşan ahali ellerindekı taş ve kaya parçalarıyla kıza vurmaya başladılar . Esmer'in çığlığı meydandan birkaç metre öteden duyulabiliyordu.
   Babasının yanında duran 9 yaşındaki kardeşi Beşir, babasının tüfeğini kaldırıp Esmer'i hedef aldı.
    Aniden toz duman her tarafı kapladı. Bir deste Süvarı Meydana girip, geldikleri gibi de aniden çekip gittiler. Meydandaki ahali neler olup bittiğine şaşırıp kaldı. Toz duman çekildikten sonra ise Esmer sahada değildi.
    Beşir'in attığı kurşun Esmer'in omzunu delip geçmişti. Meydanda, Esmer'i ölümün pençesinden kurtaran Hamit ve onun adamları dağlara çekilmişti. Hamit, yakın silah arkadaşıyla birlikte Esmer'in yaralı omzunu açtı, etine saplanmış kurşunu çıkardı ve yarasını bandajladı.
    Hamitin vijdanı rahat etmiyordu. Esmeri ne kadar sevse de onu eşine ve çoçuklarına götürmeyi pilanlıyordu. 
   Evet, İki hafta sonra Esmer'i aldı ve Tebriz'e gitti. Onu Sahip 'Alı'ya teslim edecekti.
   Esmer için Tebrize dönmek zordur. Çünki burda bundan sonra  ne olacak ve sonrasında başına ne geleceğini çok iyi biliyordu. Giydiği siyah çarşafa sıkıca sarılıp yüzünü siyah tülle kapatmıştı. Yüzüne  saldığı tülün ardından tanıdık yerlere baktı ve tanıdık evlerden geçerken başını öne eğiyordu. Yolda mahallede bir tanıdığını görünce zaten kapalı olan yüzünü daha da gizliyordu. Esmer Hamiti takip ederek şehir çarşısına  kadar geldiler. Sahip Alini'nin dükkanının yeride büyük bir kül yığını vardı. Esmer onsuz burada neler olduğunu tahmin etmişti. Ailesinin başı büyük beladaydı. Belki Esmer olmasaydı,  bütün bu yaşananlar bir gün unutulup gidecekti . Belki sahip Ali ,Esmer'in yokluğuna tahammül edemese de çocukları bu ayrılığa alışırdı. 
   Kocasının dükkanının yandırıldığını gören Esmer Tebrize geldiğine  pişman olmuştu, Esmer bi daha bu şehirde yaşayamazdı, yanlış yapmış. O buraya gelmemeliydi. Çekip buralardan gitmeliydi. Yeter ki, canından çox sevdiği eşi ve çoçuklarının başı belaya girmesin. Onlara huzur ve sessizlik içinde yaşamalarına izin vermeliydi. 
   Hamit' e arkadan seslendi, sesiyle tanınmamak için sesini kıstı. Hamit onu duymadı. Adımlarını hızlandırdı, ona yanaştı. 
   - Bakarmısın?
    Hamit ona bakmadan
  - Ne var? - dedi. 
   - Ben burda kalmak istemiyorum! 
   - Ee? 
   - Hadi buradan gidelim!
   - Nereye?
   - Nereye götürürsen götür, kulun kölen olurum .
   - Sen ne konuştuğunun farındamısın  kadın? Seni eşine teslim etmeliyim.
   - Lütfen, nolursun, yalvarıyorum. Elini çarşafının altından çıkarıb Hamitin koluna dokundu. 
  - Lütfen ama... 
      Hamid tek kelime etmeden  Sahib Ali'nin evine doğru yürüdü. Esmer hala ona  yalvarıyordu.
- Kurbanın olayım, elini ayağını öpeyim,  yalvarırım . Beni onlara vermeyin. Bu olanlardan  sonra çocuklarımın, kocamın yüzüne bakamam. Anlamıyormusunuz? Nolursunuz. Ailem beni kabul etse bile toplum onlara huzur vermeyecektir. Sana yalvarıyorum! Bırak gedeyim, bırak onlar hayatlarına bensiz  devam etsin. Lütfen ama... 
  Evleri bahçenin alçak çitinden görülebiliyordu. Bahçe duvarının bir kısmı kopmuştu. Ordan içeri geçtiler.  İbrahim'in keçe şapkası,  ikiz çocuklarının camaşırları  yıkanıp evin önündeki dutun dalına asılmıştı . Evin pencereleri kırılmış, kapılar açıktı . Hamit kapıyı ve pencereyi itip içeri girdi. İcerisi dağınıktı. Kimse yoktu. Yüzündeki peçeyi kaldırdı. Korku ve şaşkın gözlerle etrafına baktı. Sanki yüreğine tıkaçlar çekilmiş gibiydi. Bebelerinin beşiğine baktı. Dayanamadı ağladı. Yavrularının kokusunu çok özlüyordu. Beşikten ikizler için yaptığı oyuncağı aldı ve kokladı. Hamit onun arkasındaydı. Esmer bez bebeği koklarken dayanamadı. Onu teselli etmek istedi. Esmer bunu hiss etti.  Hamid'in yüzüne bakmadan;
  - Beni neden kurtardın? Neden beni öldürmelerine izin vermedin? Ben onlarsız yaşayamam. Ben onlarsız bir ölüyüm... 
   - Yaşayacaksın ve bütün bu olan her şeyi unutacaksın. 
- Nasıl unutacağım, nasıl ?
- Bunun için ben sana yardım edeceğime söz veriyorum dedi. Yaralı omzuna dokundu- Kalbinin yarasını bu yara gibi saracağım, seveceğım... - birden bire Esmer'e  sarıldı ve onu alnından öptü;
   - Hadi gidelim!
  Esmer yüzüne baktı. Acımasız bir adam olarak bildiği bu gizemli ve korkunc adamın  gözlerinde marhemet parlıyordu 
  - Ben seni  Sahip 'Ali kadar mutlu edememem ama, şerefim  ve allahım üzerine yemin ediyorum, seni sahibsiz koymayacağım. Sana erkek sözü veriyorum... Kendin ne zaman seversen ...
   - Asla, böyle bi şey olmayacak! - Esmerin sert sesi onu susturdu - Hiç bir zaman... 
   Dağılmış yorgan döşeğın arasında sakladığı bohçayı çıkardı. Bu bohça o zaman Sahip Ali'nin ona hediyye etdiği bohça idi. 
    Bohçayı yatağın üstüne koydu ve açtı.  Kara kısrak ile Qaşqa atının saçları da bohçanın içindeydi . İki atın saçlarını alıp birbirine bağladı, omuzundan çıkarılan boş kurşunu da atların saçların üzerinden astı. Kalkıp Sahip Ali'nin en çok vakit geçirdiği evin ambarına geldi. Sahip Ali, Azerbaycan'da satmak için satın aldığı malları bu anbara toplardı. Bütün mühasibe işlerini de burada yapardı. Burası onun iş odası sayılıyordu.
   Elindeki atların saçlarını evin orta direğindeki çıviden astı. Etrafa baktı. Hatıralar alıp onu güzel günlerine götürdü. Deponun her köşesinde aşk görüyordu.  Bazen ev ahalisinden kaçıb  Sahip Ali ile buraya saklanıyordular. Dakikalarca sarılıp, koklaşırlardı. Bir birlerinden kopamazlardı. Gecen günleri hatırlatıkca kalbi titriyor, gözleri doluyordu. Sıcak yuvasına su serpen hem can düşmanı, hem de onu ölümün pençesinden kurtaran can arkadaşı Hamit'in yanına geldi. Yatağın üstündeki bohçayı tekrar topladı ve koluna geçirtti. Beşikten bez oyuncağı aldı. Yüzünü kapattı ve dışarı çıktı. Dut dalına asılmış İbrahimin şapkasını ve kocasının keten gömleğini aldı ve geri döndü;
   - Bu evden bana kalanlar tek bunlar. Bunlar sevdiklerimin bana bıraktığı tek anılar. Beni onlarla birlikte kabul edirsen , gel !
   Hamit, ilerde giden siyah çarşaflı kadına teslim oldu ve onu takip etti. Ve o günden beri Güney Azerbaycan topraklarında kimse onları görmedi. Çok çook - 70 yıl sonra, sınırlar açıldıktan sonra İbrahim annesinin sorusunu Türkiye'nin Kars ilinden aldı.

      Dükkanları yandıktan sonra burada kalmanın bir anlamı yoktu. Sahip Ali, geceyle gereken eşyalarını ve  Azerbaycan'dan satımak için aldığı malları toplayarak eşek ve develerine yükledi. Atların arkasına bir araba koydular, annesini ve çocuklarını arabaya  bindirdi, Cimşit ve İbrahim'i de alıp Karabağ'a doğru yola çıktılar.
   Sahip Ali, Karabağ'a yaptığı uzun yolculuklarda bir aileyle tanışmış, ailenin reisiyle kardeş olmuştu. Aile ermeni zülmünden  kacarak Karabağda yaşayan bir göçmen ailesiydi. 
Sahip Alinin  Ganimet' ten başka  gidecek  bi yeri yoktu. Başlarına gelen tüm olayları Ganimet'e anlattı ve ondan yardım istedi. Hayatın tüm acı yüzünü gören bu cesur adam, onları evine yerleştirdi ve Sahip Ali'ye yardım elini uzattı. Sahip Ali Ganimet ile birlikte Karabağ pazarlarında getirdikleri tüm satılık eşyaları satıp kendilerine bir klübe ev kurdular. Çimşiti yakın komuşunun kızı ile evlendirdiler ve ona bir yuva kurdular. Şehir çarşısında yeni bir dükkan da  açmışlardı. Her gün hayatları biraz daha düzene giriyordu. Lakin, yine kader onlarla oyun oynamaya gelmişti. 
     Aradan yıllar geçti. Asya ana vatan hasretine dayanamıyordu. Durumu kötüleşmişti. Memleketinden uzaklaştırılan kadın, her gün "Vatan" deyip hasretle ağlıyordu. Son günlerini memleketinde gecirmek, dünyaya memleketinde gözlerini kapamak, sadık kocasının yanına defnedilmek istiyordu. Çaresiz kalan , Sahip Ali  İbrahim'i ve Çümişit'i Ganimete bırakıp annesi ve ikizlerini alıp bir araba eşyayla  Tebriz'e geldi. Malesef onlar Tebriz'e döndükten bir süre sonra sınırlar kapatıldı. Bir aile param parça oldu. Ailenin bi  yarısı Araz'ın ötesinde, bi yarısı  bu tarafında kaldı. Bu zaman , İbrahim'in artık 16 yaşı vardı... 

     Esmer'i vuran küçük kardeşi Beşir de o dönemde  genc bir adam olmuştu. Babası Hamit'den aldığı altınları satarak, Sahip Ali'nin yanmış dükkanının bulunduğu yerde bir dükkan açmıştı. Beşirin, babasının ölümünden kısa bir süre sonra dükkana gitti.  Beşir halk arasında " kalleş " lakaplıydı. Cemaatin kız gelinlerine göz diker, hatta kadın kıyafetleri ile kadın banyolarına girer ve çıplak kızları arzuladığını söylerdiler. Zaman zaman onların kendi köylerinden buraya gelme sebeplerini konuşyordular. Beşir buraya gelmeden kendi yeğenine de tecavüz etdiği konuşuluyordu. Çevresindeki onu tanıyan  hiç kimse onunla arkadaşlık yapmaz, hiç bir aile onu aile dostu olarak evine girmesine izin vermiyordu. 
   Geçmişi unutan Tebrizliler, Sahip Ali ile  hiçbir şey olmamış gibi selamlaşdılar, görüştüler. Yıllardır harabe kalmış evine  girip göğsünü gerdi, kırılan eşyaları çocuklarıyla birlikte aldı ve komşularının yardımıyla ortalığı toparlayıp, kendisi depoya çekildi. Köşedeki kırılmış kanepede uzandı ve gelecek planlarını düşünerken , kısa bi süre uyuya kaldı. Rüya görüyordu... 
   Qaşga at ile  siyah kısrak çiftleşiyor,  kendisi yeşil çimenlerin üzerinde oturmuştu, Esmer de yanındaydı amma konuşmuyordu. Sahip Ali , Esmer'in yüzüne  baktı, onunla konuştu, ama Esmer yüzünü ondan sakladı. Nerdense  Beşir ve babası geldi. Esmer'i onun elinden alırken, Esmer elinde tutuğu bi demet tüyü havaya fırlattı. Tüy  şu an yattığı deponun otra direğinden asılı kaldı. 
   Telaşla uyandı. Gözlerini açtı ve tavana baktı. Evet, rüyasında gördüğü aynı depodaydı. Kalkıp oturdu. Kollarını dızıne koyup, başını ovdu. Çok yorgundu. Başı çok ağrıyordu. Kalkıp gitmek isterken başını kaldırdı. Gözleri ahırın ortasındaki direğe dikildi.Kara kısrak ve kahverengi Qashqa'nın saçları direkten asılıydı. Tüyleri çıvıden çıkarınca yere boş bir mermi de düştü. Eğilip götürdü. Saçlara baktı ve dudaklarına sürdü. Onu öptü, o mutlu günler gözlerinin önünden geçti. Gözleri bulut gibi doldu. 
   - Sen yaşıyorsun, aşkım, yaşıyorsun, demek ki, o zalimlerin elinden kurtulmuşsun. Aha şu mermi... Seni yaralamış, çıkarmışsın da o mermiyi, iyileşmişsin, gelmişsin. Bizden sonra buraya gelmişsin, biliyorum aşkım . Burada bize yaşadığını belirten bir işaret bırakmışsın . Ama  nerdesin badem gözlüm, ceylan bakışlım ya neredesin sen ?
    Elindeki atların saç'larıyla dükkana geldi. Beşir'i aradı ve buldu. Ona Esmer'in nerede olduğunu sordu. Beşir onu kendi elleriyle öldürdüğüne yemin etti.
  - Olamaz, o yaşıyor Beşir, o ölmemış. Nerde, gördünüz onu? Yalan söylüyorsun, o ölmemiş. O burada  kendi evimizde bana bir iz bırakmış, atlarımızın tüyü ve kanlı mermıyle yaşadığını söylemiş bana...
   Ne yaptıysa Beşir Sahip Ali'ye sırr vermedi.  Babasına söz vererek yemin etmişti. Esmer'in yaşadığını kimse bilmeyecekti. Bu gizem ortaya çıkarsa, kan ve namus davası yeniden alevlenirdi. Üstelik bu sefer Sahip Ali namus davasına karışacaktı. Bir de dükkanı elinden alacaktı... 
     Yanmış dükkanının yerine yeni bir dükkan kuran kayın biraderine bir miktar para verip dükkana ortak oldu.  Beşir çok genc olmasına rağmen iki eşi vardı. Amma bu kalleş adamın gözü karılara doymazdı. Milletin karısı, kızı bu ahlaksız adamla yüz yüzü gelmek istemiyordu. 
     Beşir Sahip Ali'nin ailesinin üyesi  olmuştu. Kayın bıraderinin kalleşliğinden haberi olmayan Sahip Ali ona kucağını açmıştı. Karıları ve çoçukları da Sahip Alinin çoçuklarıyla kaynaşmıştı. 
   Tebriz'e döndükten iki yıl sonra Asya ana öldü. Sahip Ali, annesinin ölümünden sonra çocuklarını alıp Azerbaycan'a dönmeye karar verdi. Onları buraya bağlayacak kimse yoktu. Kardeşi ve oğlu Arazın ötesindeydi .
   Oradaki güzel ve penbe hayatları duyan Beşir de , Azerbaycan'a taşınmayı planlıyordu. Bir hedef belirlemiş ve ne olursa olsun Azerbaycan'a taşınmak istiyordu. Duyduğuna göre, orada her şey rahat ve özgürdü.Sefil bir hayat arzulayan Beşir, gün boyu  kendisini Rus ve Ermeni kızlarının koynunda hayal ediyordu. Ve öyle özgür hayata can atıyordu. Orada  zina diye bir şey olmadığını duymuştu. İstediği kadınla tanışıp, evine  gidip, eğlenebilirdi. Lakın hayelleri gözünde kalmıştı. Sınırlar kapanmıştı. Karşıya  geçmek imkansızdı.

    Sınırlar kapanınca Çimşit ve İbrahim vatana gelmek istedi, ama bu mümkün olmadı. Bu arada Çimşit halk harakatina katıldı ve vatanının özgürlüğü için savaşmaya başladı. Kaç kez tutuklanıp hükümete teslim edilse de, suçluluğu kanıtlanmayınca serbest bırakıldı. Bu zamanlar Azerbaycan'ın zor günleri idi. Hem Güney, hem Kuzey Azerbaycan  yıllarca baskı yaşadığı dönemlerini yaşıyordu . Çimşitin sağında ve solunda yer alan okumuş, bilgili vatanperver insanlar birer birer Sibirya'ya sürülüyordu ya da idam olunuyordu. 
      Azerbaycan sınırını geçemeyen Sahip Ali , kızı Asya ve oğlu Azer'le  kaderlerine boyun eğmeye başladılar. Yapacak bi şey yoktu. Bir can parçası kardeşiyle karşıda idi. Bu da oğlu ve kızıyla bu tarafta kalmıştı. 
   Beşir'in hanımları sırayla Sahip Ali'ye ve onun küçük çoçuklarına yemek yapar, evin temizliğini, kirli camaşır, bulaşığına yardım ederdiler. Asya o zaman küçüçük bir kız idi. Kendinden büyük işler yapamıyordu. Kaderin zor günlerinden geçen Sahip Ali' ye evlenmesini tavsiye etseler de  Sahip Ali  Esmer'in üzerine çiçek koklamak istemiyordu. Beşir'in dediğine göre Esmer ölmüştü. Elle taşlanarak öldürüldü ve Beşir  onu kendi elleriyle öldürdüğünü diyordu. Esmer'in ölümünden çok etkilenen Sahip Ali, haftalardır bir somun ekmek bile yememişti. Kim bilir, Beşir ona bir ipucu vermiş olsaydı, belki de güzel karısının zülümden kaçtığını bilseydi, onu dünyanın her yerinde aramazmıydı? Hamitin 'in karısı olmayı kabul ettmesine rağmen, bu zamana kadar onun yatağına girmeyen , ona bu kadar sadık olan , Esmerini  dünyanın öbür ucunda aramaz mıydı? Ne Azerbaycan'da İbrahim, ne İran'da Azerle  Asya' nin aklına gelmezdi ki, bir zaman zülüm ve işgenceden Hamitle dağlara çekilen annesi Azerbaycan tarihinin kahramanlık destanlarlna imza atmış halk kahramanlarından biri olacaktı. 
  
      Olaylar öyle bir karışmştı ki, Baharı dinlerken, Kuzey Azerbaycan'da Çimşit' le  İbrahim'in hayatı ve Güney'deki yetimleri ile Sahip 'Alinin başına gelen olaylar damarlarımda kanımı durduruyordu. Elimde  tuttuğum telefondaki ses kafamı şişirtmişti. Kafamda olayların ayrıntılarını yaşarken beynim kilitleniyordu.
   - Allahım, ne hayatlar varmış... Hayır, bu hikaye tekefonda olamazdı. Bahar'la yüz yüze görüşmeliyim. 
   Zaman daralıyor. Yakında Bahar Hollanda'ya dönecekti. Gittikten sonra onu nerede bulacaktım. Böyle bir hazine için bir daha bu şansı yakalayamazdım . Kararımı verdim ve onu  evime davet ettim.

    









Çarşamba, Kasım 25, 2020

ÜÇ DOST

 


Üç dost olur, birinin arvadı gözəl baxımlı, şırın dilli, birininki çırkin, halsız yorğun və açı dıl olur . İkisi  arvadlarından şıkayyət edərlər. Bu xanımlar nə etsələr də ərlərini razı sala bilmirlər . Dostlardan biri hər zaman xoşbəxt görünər. Ailəsindəki xoşbəxtlik kənardan açıq aydın nəzərə çarpar.

    Ailəsindən razı olmayan dostlar  bir birlərini  qınayırlar. Çırkin arvadı olan dost deyir.

   - Sən niyə arvadından şıkayyət edirsən? Sənin arvadın mənimki kimi pinti deyil ki.

   Dostu deyir, gəlin  qardaş gəl gedək bizə. Özünüz görərsiz. Bunlar qalxıb gedirlər birinci dostun evinə. Qapını döyərlər. Evin xanımı qapını açər. Arvad xanım xatın kimi,  çox gözəl və baxımlı xanım idi. Şırın dillə, yüksək əhval ruhiyəylə ərini qarşılayır, erini və dostları içəri dəvət edər. Dostlar üçü də sevincək, deyə gülə girirlər içəri, baxırlar ki, nə gözəllik var elə bu qadının üzündədir, dilindədir. Ev zibilin, kirin içində batıb gedir. Əri başlayıb gileylənir ki, nolar bu evə bir əl gəzdirsən? Qadın deyir,

  - Ay canım gözüm, həyatımın mənası, başımın ağası, inan ki heç vaxtım olmayib ev təmizləməyə. Butun günü özümlə olmuşam, bəzən düzən, süstlən pustlən ki , axşam ərim gələcək, goy onun gözündə gözəl görünüm.qapını bir qonşu döyndə evə girmədən ilk məni görür, qoy onda xoş təsurat yaradım. 

  Kişi deyir,

  - Yaxşı get bir çay qoy.

  Qadın çay qoymağa gedəndə kışı dostuna deyir kİ,

   - İndi gördüz gözəl arvadımdan niyə  şıkayyət edirəm. Mən istəyirəm mənim arvadımın özü, dili qədər gözəlliyi evində də olsun.

   İkinci dost deyir :

  - Mənim dərdim sənin dərdindən böyükdür qardaş. Dur gedək bizə.

   Gəlirlər 2 ci dostun evinə. Qapını ifritə kimi bir qadın açır.  Qaş qabaq  yer süpürür. Saç başı pırtlaşıq, üz gözündən zəhrimar yağır , üst başı kirli, yemək qoxuyur. Arvad deyinməyə başlayır.

   - Acarını niyə götürməmisən, birdə bu qədər işinn arxasından mənə zəhmət verdirib qapı açdırırsan.

   - Qonaqlarım vardı. Dedim bir onlara  da xoşgəldin eliyəsən.

   -, Nə xoş gəldin ee,  it kimi yorulmuşam qonaq qarşılayacaq haldayam? Deyə qadın belini tutub deyinə deyinə içəri keçir. 

    Dostlar  evə girirlər , ev tər təmiz, çiçək kimi  yağ tök  yala, hər şey yer yerində. Sanki evdə heç insan yaşamır. Hər şey şəkil kimi. Uşaqlara baxırlar, tər təmız geyimdə, sac başları səliqəli daranmış, çıçək kimi... Heç elə bil bu qadın bu evin qadını deyil.

   Kişi deyir ay arvad, bir çay qoy. Arvad başlayır deyinməyə.

   - Allah haqqı o qədər işləmişəm ki, heç halım qalmayıb addım atmağa, bütün günü yır yığış, uşaq, gələn gedən, ev eşık.. Leş kimi düşmüşəm. Get özün qoy cayınızı, mən başımı atım yatım, gecdir. Səhər tezdən durub uşaqları dərsə yola salacam, tökdüyünüzü təmizləyəcəm .

    Arvad gedən kimi kişi deyir indi gördünüz mən niyə bədbəxtəm? Arvad evə uşağa baxır, özünə, mənə yox.

  Üçüncü dost deyir,

  - Çay zad lazım deyil, bu sifətdən sonra burda çay da içə bilmərik. Qalxın gedək bizə.

    Kişi yoldan zəng edir xanımına ki

 - Arvad, filan yeməkləri hazırla gəlirik yeyib içməyə 

   Xanımı "baş üstə" deyib işinin başına kecir . Əl ayaq eləyib ərinin bütün istədiklrini hazırlayır.  Bu arada  uşaq evin ortasına kakaş edir. Arvad deyir işimi bitirmədən  uşağı təmizləyə bilmərəm.  İşimi bitirim təmizləyim.Tez tələsik işini bitirib masanı qurur, ortalığa əl gəzdirir, keçır otağına əynin başını dəyişir  bir azda saçına, başına özünə fikir verir. İşlərini görüb qurtardıqdan sonra götürüb uşağı yuyub təmizləyir. Uşağını səliqli geyindirib ortalığı təmizləyəcəkdi ki, qapı döyülür. Arvad tez pəncərini açıb evi havalandırır nəcisi təmizləməyə vaxt olmur, ləyəni götürüb çevirir nəcisin üstünə. Uşağın oyuncaqlarını da  tökür ətrafına, uşağı da qoyur yerə ki oyuncaqlarıyla oynasın . Qapını  açır gülər üzlə, xoş beşlə ərini qarşılayır. Əri və dostları  girirlər içəri. Kişi deyir.

  - Arvad, bu ləyən nə gəzir ortalıqda da.

  - Əşi fikir vermə,  yeriyin  keçin  masaya çay çörək soyyur, qadan alım, ay kişi, uşağı bilmirsən qab qazanla oynayar? 

    Kişi heçnə demir. Keçirlər masanin başına. Baxır süfrə qurulub məzələr qoyulub.

   Avadına minnətdr baxışlarla baxıb soruşur.

   Yeməklər hazırdır, ya gözləyək ?

  - Hazırdır başına dönüm, hər şey hazır. Siz oturun ayaq üstü bir şeylər atışdırın, az qalıb,  bişsın indi gətirirəm. 

   Kişilər oturur süfrəyə, başlayırlar allah verəndən yeyib içməyə. Kişinin istədikləri bitmir. Gətir götür başlayır. Arvad da usanmadan, gülər üzlə ərinin dediklərin edir. Axirda qadln yorulur divana çökür.

  - Ay kişi, mən səni məmnun etmək ücün necə lazımsa elə də qulluğunda dayandım,  çünki, bu mənim xanımlıq vəzifəmdir, canla başla edərəm.  Nə dedinsə bişirdim, nə istədinsə hazırladım, halal xoşunuz olsun. Bəlkə doymadız, çünkü tələm tələsik  hərəsindən biraz biraz, hazırladım ki, dost düşmən içidə  süfrən boş qalmasın, qoy gedib deməsinlr ki, filankəsin arvadınin qabliyyəti çatmadı qonaq qarşılamağa. Evi də dərindən təmizləyə bilmədim, çünki evdə körpə uşaq var, yenə dağıdıb tökcək. Elə yüngülvarı əl gəzdirdım ki, evə gələn cəmdəyimə söyməsin. Bu arada vaxt tapıb biraz da özümədə yüngülvarı əl gəzdirdimki üzümə, üstümə baxanda məndən diksinməyəsən. Uşağına baxdım ki onu təmiz görüb məni sevəsən. Qonağını gülər üzlə qarşıladım ki başın uca olsun. Kaş biraz geç gələydiz bir balaca işim qalmışdı onu götürməliydim aradan. Madəm işim qurtardı izin ver onu da aradan çıxardım, gedim  dincəlim, birazdan yatmaq vaxtıdır. Səni otağımızda yorğun qarşılamaq istəmirəm.

   Kişi havalanır ki

   - Nə yatması, nə dincəlməsi, evdə qonaq, hələ indi başlamışıq, elə bu, bunnan  bitdi?

   Arvad  hövsələdən çıxsa da, ərini dostlarının içındə sındırmayıb , mülayım səslə dilləndi.

   - Ayrı nə istəyirsən başına dönüm, de bu dəqiqə hazırlayım gətirim. 

   Onsuz da hirslənmiş əri nə istədiyini bilmədiyi üçün qışqırir.

   - P.. X  İstəyirəm, gətir.

   Arvad ləyəni qaldırır :

   - Hə bəyax, balaca işim qalmışdı dedim, başa düşmədin. Nə yaxşı tez dilləndin yoxsa atacaqdım. Ala bu da p.. x.

   Kişi qonaqları yola salanda deyir ay dostlar indi bildiz mən niyə xoşbəxtəm? Çünki arvad məndə giley eləməyə yer qoymur. 


İndi ay xanımlar, nə etsəniz də kişiləri məmnun edə bilməzsiniz. Kişilərin hər istədiyini edin, onları qırmayın  amma həddini  aşıb, qudurğanlıq eliyəndə, şirin dillə, qadan alım, başına dönümlə "ləyəni açaraq" onlara həddini bildirin. Çünki belələri ancaq  belə olmasını istəyir. Bu zaman onlar da xoşbəxt olar, siz də 🤣🤣🤣

#feride





Pazar, Kasım 01, 2020

İLK VƏ SON SƏYAHƏT

 

      Anası və atası ilə hər il iki üç dəfə qatarla Bakıdan Xankəndinə nənəsi gilə gedirdi Malık. O zaman balaca uşaq idi. Ata anası şəhərdə işlədiyi üçün çox qalmazdılar orda . İki gün sonra yenə həmin reyslə Bakıya dönərdilər. Artıq bu ziyaret adət halını almışdı. Malık yolları əzbərləmiş, qatarın Bakıdan Xankəndinə qədər olan stansiyalarda nə qədər belə dayandığını da öyrənmişdi .
Və beləcə Malik Bakı - Xankəndi arasında gedib gələ- gələ 7 ci sinifə çatdı. Ana ata da vəzifədə yüksəlmişdi deyə işləri xeyli yoğunlaşmışdı. Xankəndinə ana atalarının ziyarətinə tez tez gedib gələ bilmirdilər. Malık isə həm nənəsi, babası üçün, həm də o gözəl yerlər üçün çox darıxırdı. İş o yerə çatdı ki, Malık dayana bilməyib ailəsindən Xankəndinə getməsi üçün icazə istədi.
- Oğlum, axı sənin təkbaşına yola çıxma zamanın deyil, yaxın deyil uzaq yerdir, sən tək başına necə gedərsən ki, oralara, başına bir iş gələr, xəbərimiz olmaz.
- Mənə güvənin ata, mən bütün stansiyaları bilirəm, narahat olmayın gedərəm. Onsuz da nənəmgil Xankəndində dəmir yolun yanında olurlar. Məhəllələrin lap yaxşı tanıyıram. Mən özüm tək gedə bilərəm, anacan, atamı razı sal, nolar, inanın mənə, mən gedib taparam onlaları. Tapmasam belə bir adamdan kömək istəyərəm. Həm də özümü yoxlamış olaram. Mən artıq uşaq deyiləm, mənim taylarım təkbaşına Krıma, Krosnadara pioner düşərgələrinə gedir. Mən burdan bura şəhərdən kənara çıxa bilmərəm?
Nəhayyət Malık ata anasını razı saldı. Və bir gün ata və ana Malıkı də götürüb 28 may dəmiryol stansiyasına gəldilər. Qatar gələnə qədər ana bir tərəfdən, ata bir tərəfdən Maliyi tənbeh edir, ona öyüd - nəsihət edirdilər.
- Bax oğlum, ehtiyyatlı ol, bilirəm biraz dikbaş uşaqsan, tutduğunu qoparmadan buraxan deyilsən, zəmanəylə ayaqlaş, bax gör camaat necə, sən də elə. Görürsən çətinə düşdün, səni üzdən gözdən salırlar, "hə" de yola ver, amma eləmə.
- Mən yaltaqlanmağı bacarmıram ata, bağışla, ölərəm amma ağlım kəsməyən işə "hə" demərəm.
Anası atasına göz ağardıb Malıkin üst başını səliqəyə saldı.
- Ana qurban, nadınclık edib Nənəngili incitmə, yaxşımı? Bax şıkayyət eşitməyəcəm haa...
- Yaxşı...
- Uşaqlara qoşulub ora bura qaçmayasan ha, baba qoca kişidir arxanca gedib gələ bilməz...
- Narahat olma ata...
- Bax, o Aşotun, Varenin uşaqlarına qoşulma. Aparıb cayda boğarlar səni, eşidirsən nə deyirəm?
- Ay,ana, mən uşağam? Mən onların uşaqlarıyla çoxdan qurtarmışam. Hələ keçən il məhəllədə dava dava oynayanda erməni uşaqları bir oldular, biz bir olduq. Erməni uşaqları bizi taxta avtomatla qəsdən vururdular, qolumuzu qıçımızı əzirdilər.Özüdə bizə türklər deyirdilər. Hələ o Sonyanın sürütməsi var ee aftafa baş... - üçü də gülüşdülər. Anası Malıkın ağzını yumub üzündən öpdü.
- Yavaş, ayıbdır, o nə addır. Camaat eşitdi
- Düz deyirəm də, ana, başı uzunsov aftafaya oxşayır. Hə o aftafabaş Artur qışqırırdı ki, vurun bu türk itlərini. Mən də Məhəllənin uşaqlarını öyrətdim ki, nə qələt eliyib belə söz deyir. Madəm oyun oynayırıq belə bizi döyüb başımızı gözümüzü dağıtmaqları nədir? Burda erməni müsəlman davası eləyirik ki, oyunda seçkilik salıb "Vurun türk itlərini" deyirlər? İt küçükləri onlardır sümsük it kimi bütün günü onun, bunun qapısında sümsünürlər.
- Ay oğul, sən onların murdar xislətlərini bilməzsən. Bunlar tarıxlər boyu belə olublar. Sülənə sülənə üzdə can can deyərlər, daldada quyunu qazarlar. Vay o hala ki, ozlərinə havadar tapsınlar, it kimi sağına soluna cumarlar, elə ki, havadarları it bata düşdü, görsunlər ki, ağızlarına yal atan yoxdur quyruqların düyüb qaçarlar. Bunlar elə zibil tayfadırlar ki, səndən hər hansısa bir şey öyrənər, qılığına girib ağlını alar, onu da öz adlarına çıxarlar. Deyərlər bizimdir. Biz ixtira etmişik. Özüdə birini yiyəsiz gördülər aa, vəssalam...
Anası başıyla ərinin sözlərini təsdiqlədi :
- Bax, oğlüm, istəmirəm o uşaqlarla oturub durasan.
- Nigaran qalma ana...
Qatarın fiti çaldı.
- Qalx oğlum qalx, tez ol, keç yerinə. Stansiyalarda da aşağı düşmə aa, qatar gedər xəbərin olmaz, yerdə qalarsan.
Anasıyla öpüşüb görüşəndən sonra atasıyla vidalaşdı. Atası əlini Malıkın cibinə saldı.
- Olur da oğlum, işdir, birdən yolda darıxsan, canın bir şeyə sıxılsa, qorxarsansa bunu çıxart oxu. Ürəkli ol, həmişə yanındayıq. Zamanın necə keçdiyindən xəbərin olmayacaq. Bir də görəsən mənzil başına çatmısan.
Atası Malıkın qoltuğuna girib onun ayaqlarını yerdən üzdü. Qaldırıb vaqonun pıləkənlərinə qoydu :
- Hoop... Di sağ salamat, dediyim kimi, ağıllı ol, Babangili incitmə. Allaha əmanət ol!
Qatar artıq yola çıxmışdı. Malik tək başınaydı. Bir neçə dəqiqəyə qədər özünü yetişkin bir gənc kimi hiss edirdi. Elə bil boyüyüb Bakıdan Xankəndinə yox, təkbaşına dünya turuna çıxır. Həvəslə, sevinc içındə gah pəncərədən bayra baxır, gah da vaqonun içındə gəzişənlərə diqqət edirdi. Hələ ki, kupedə ondan başqa kök bir erməni qadını var idi. Digər sərnışınlər deyəsən o biri stansiyalardan minəcəkdi.
Budur, qatar nəzarətçısı biletləri yoxladı. Sıra Malikə gələndə nəzarətçı ona baxdı ermənicə nəsə soruşdu
- Başa düşmədim?
- Ara, sən türksən?
- Azərbaycanlıyam.
- Hmm... Anan, atan hanı?
- Yoxdur, təkəm...
Nəzarətçınin gözləri böyüdü :
- Sizin türklərdəki cəsarətə məttəl qalıram da, ara. Bir məktəbli uşağı Bakıdan Stepanakerdə tək başına göndərirlər, qorxmurlar...
- Stepanakert yox Xankəndi...
- Ver biletini !- nəzarətçi acıqla əlini uzatdı
Malik şəstlə biletini nəzarətçıyə uzadıb başını dik tutdu:
- Burda nə var ki,nədən qorxmalıyıq, yad yerə getmirəm ki, ana, ata yurdumdur. Bakı da bizim vətəndir , Xankəndi də. Adam da öz vətənində qorxar?
Nəzarətçı eynəyini burnunun üstünə çəkib tərs tərs Maliyi, sonra da erməni qadını süzdü. Qadın kinayəylə Maliyə baxıb gülürdü. Və təbii ki, Malik uşaq idi, hələ o vaxt, ermənilər ilə azərbaycanlıların qardaşlıq səhnəsində oynadığını görürdü, o pərdənin arxasında nə vardı, nə yoxdu bilmirdi. Heç bu qadının kinayəli gülüşündən də heç nə başa düşmürdü...
Qaradağ stansiyasından kupenin digər yolcuları da mindi. Tərslikdən onlar da erməni idilər. Onlardan qorxmurdu. Lakin dillərini bilməməyi üçün darıxırdı. Malık rus bölümündə oxuduğu üçün rusca əla bilirdi. Bəzən onların suallarına rusca cavab verirdi. Onun Xankəndinə niyə tek getdiyini xəbər aldılar. O da rusca onlara cavab verdi. Malık hiss edirdi ki, ermənilər zənn edir ki, Malik onları aldadır. Yoxsa hansı ana, ata bu yaşda uşağı tək başına Bakıdan Xankəndinə yola salar ki? Danışıqlarından az, çox bir şeylər də başa düşürdü. Onlar elə bilirdilər ki, Malık yiyəsiz və sahibsizdir, bəlkə də onu yetım bilirdilər. Dayanmadan təkrar təkrar harda qaldığını, Xankəndinə kimin yanına, niyə getdiyini soruşur, Bakıda hansı məktəbdə oxuduğuyla maraqlanırdılar. Malıkin anası Bakıda İnternat məktəbinin drektor müavını olduğu üçün Malıyi də elə öz işlədiyi yerdə məktəbə qoymuşdular. İndi bu ermənilər internat adı eşıdən kimi Maliyi öz bildikləri kimi yozdular. Ona acıyaraq, yazıq kimi baxırdılar, gah da onun sahibsiz bilib, onunla kobudca davranırdılar, tez tez ora bura siqaret, su, nəzarətçıdən çarşaf, odyal almaq üçün göndərirdilər. Beləcə Malık bütün vaqonun diqqətini üzərinə çəkmişdi. Malıyə baxıb baş başa verərək xısın xısın pıçıldaşanlar da var idi. Getdikcə Malık bu davranışlardan sıxılmağa, narahat olmağa başladı. İstəmirdi ki , kiminsə nəzər diqqəti üzərində olsun. Çəkilib yatağının bir küncünə qısıldı, pəncərədən düşən işıqlara baxa baxa mürgü döydü.
- Ey, balaca, biraz o tərəfə dur, bir yolçumuz var, o da səninlə bir yerdə yatsın.
Qatar nəzarətçısının səsi onu yuxudan oyandırdı.
- Niyə? Bu yer mənimdir, biletimi də almışam, mənim yerimdə başqası niyə yatsın ki?
- Söz uzatma, sən uşaqsan, sərnışın ayaq üstə getməyəcək ki, ayaq baş yatın. Yevlaxda düşəcək. Sonra rahat yatarsan.
- Bilet alıbsa, göndərin öz yerinə, mən rahat yatmaq istəyirəm - deyib Malık yastığını düzəldib yerində rahatlandı.
- Ara, bu qarışqanın biznən dilləşməyinə bax bir! Guya o detdomxanada super çarpayıda, qu tukundə yorğan döşəkdə keyflə yatır...
- Mən yetim deyiləm, bildiz, yetim deyiləm. Mənim anam məktəb zavuçu, atam zavod direktorudur...
Malık qışqıra qışqıra hönkürdü. Əsəbindən ağlayırdı. Evdə, məktəbdə heç kimsədən güldən ağır söz eşıtməyən, hər zaman valıdeyinlərinə görə hər yerdə hörmət izzətlə qarşılanan Malık, indi erməni əlində qalmışdı. Haqqı hüququ tapdanırdı. Özünü, şəxsiyyətini nə qədər isbatlamağa çalışsa da, kim idi Malıyi eşıdən...
Malıyin yatağına şərik olan cavan oğlan başını yerə qoyan kimi yuxuya getdi. İlan vuran yatdı, Malık yox. Qorxmurdu, amma əsəbindən boğulurdu. Boğazını tutan qəhəri udduqca çənəsi əsirdi. Təkbaşına yola çıxmağına peşıman olmuşdu. Ata anasının nəsihəti yadına düşdükcə daha da kövrəlirdi. Qulaqlarında dayanmadan atasının sözləri cıngildəyirdi.
- Ay oğul, sən onların murdar xislətlərini bilməzsən. Bunlar tarıxlər boyu belə olublar.sülənə sülənə üzdə can can deyərlər, daldada quyunu qazarlar. Vay o hala ki ozlərinə havadar tapsınlar, it kimi sağına soluna cumarlar, elə ki havadarları it bata düşdü, görsunlər ki ağızlarına yal atan yoxdur quyruqların düyüb qaçarlar. Bunlar elə zibil tayfadırlar ki, səndən hər hansısa bir şey öyrənər, qılığına girib ağlını alar, onu da öz adlarına çıxarlar. Deyərlər bizimdir. Özüdə birini yiyəsiz gördülər aa, vəssalam...
Atasının onunla görüşməyi yadına düşdü. Axı atası onun cibinə nəsə qoymuşdu.
Yerindən qalxıb ciblərini qurcaladı. Çibindən kiçik bir kağız parçası çıxdı :
- Oğlum, buz sonuncu vaqondayıq. Sən uçmaq istədin, biz də sənə qol qanad verdik. Fəqət, yerimiz, yurdumuz narahatdır, ətrafımız özümüzdən xəbərsiz düşmən doludur , ehtiyyatlı ol, oğlum. Harda necə düşəcəyin bəlli deyil, biz hər zaman yanındayıq, ürəkli ol! Bir çətinliyin olsa qatarın növbətci polisinə xəbər ver...
Uçmağa qanadı yox idi, Malikin. Səsi vaqonu başına götürmüşdü. Qatar nəzarətçısındən tələb edirdi ki, yatağında yatan adamı qaldırsın. Əks halda polis cağıracağını deyirdi. Qatardakı bütün sərnışınlər bu balaca uşağın cəsarətinə tamaşa edirdi...

Bu səyahət Malikin ana ata yurduna təkbaşına ilk və son səyahəti idi. İndi Malık 45 illdir Ukraynada yaşayır. Bu hadısədən bir neçə il sonra ailəsi ilə bərabər Kiyevə köçmüşdülər. Malık artıq Ukrayna vətəndaşı idi , o burda təhsilinə davam etdi. Beynəlxalq əlaqələr faklutəsini bitirdi, politologiya unversitetinin qızıl medalla məzunu oldu. İndi siyasi dövlət dairəsində məsul vəzifədə işləyir. Qarabağda başlayan müharıbə xəbərini eşıdəndə könüllü olaraq jurnalıst və müşahidəci kimi orda iştirak etməsi üçün ərizə yazdı...
İndi Malik doğma diyara Xankəndinə gedirdi. Gözlərinin qarşısında keçmiş xatirələri canlanaraq, ruhu özündən əvvəl babasıgilin məhəlləsinə uçurdu. Ukrayna pasportuyla gedirdi. Ana vətəninə, jurnalıst və müşahidəçı biletiylə, Mixail Usupov adıyla...

Zamanın sustura bilmədiyi qadınlar...

“Zamanın susdurmadığı qadınlar” Onlar sakit görünür. Bəzən bir fincan çayın buxarında, bəzən bir kitabın səhifəsində gizlənirlər...